Jean Arp, den sie immer liebevoll „mon peintre-poète“ genannt hatte, schrieb ihrem Andenken ein anrührendes Gedicht:
sophie
für dich
war die welt
nie dunkel
und zerklüftet
du schrittest mir voran
mit frohem glanz
und frohem schein
dein mut
zog hilfreich
in mich ein
du schirmtest
unseren traum
und jede stunde
hatte einen sinn
und einen sauberen saum
(Jean Arp, 1943)
27 Ocak 2009 Salı
26 Ocak 2009 Pazartesi
portakali soydum basucuma koydum
napiyorum ben, diye sormadan gecemiyor insan.
ah su dilin bir kemigi olsaydi bile bile yapar miydi insan kendine bunca zarar ziyan.
naptigimi bilmiyorum, gercekten bilmiyorum. sadece oyle kosmus, oyle yorulmusum ki, artik bir sye yapamiyor olmam lazim, hani tam da nefesinin bittigi anda, hani son bir gayretle hep kosageldiginden daha hizli firlamaya bir gayret edersin, belki ilerlesin de, peki ya sonra?
en iyisi spor yapmak, cigerleri gelistirmek.
garip geliyor insana bir gun enerjisnin bitebilecegini gormek, garip cok garip.
artik istemiyor canim hicbir sye, ne gormek ne de duymak, artik cevapsiz biraksam da olur, ne hesap ne kitap yapasim var. ben dinleneyim biraz.
yarin uzun bir gun, gunde 13 saat calisip, ertesi sabah 5.30da kalmak insanliga sigiyorsa daha yapacak isim var...
ah su dilin bir kemigi olsaydi bile bile yapar miydi insan kendine bunca zarar ziyan.
naptigimi bilmiyorum, gercekten bilmiyorum. sadece oyle kosmus, oyle yorulmusum ki, artik bir sye yapamiyor olmam lazim, hani tam da nefesinin bittigi anda, hani son bir gayretle hep kosageldiginden daha hizli firlamaya bir gayret edersin, belki ilerlesin de, peki ya sonra?
en iyisi spor yapmak, cigerleri gelistirmek.
garip geliyor insana bir gun enerjisnin bitebilecegini gormek, garip cok garip.
artik istemiyor canim hicbir sye, ne gormek ne de duymak, artik cevapsiz biraksam da olur, ne hesap ne kitap yapasim var. ben dinleneyim biraz.
yarin uzun bir gun, gunde 13 saat calisip, ertesi sabah 5.30da kalmak insanliga sigiyorsa daha yapacak isim var...
System Of A Down - Atwa
Albüm Adı : Toxicity
Hey you,see me,pictures crazy,
All the world I`ve seen before me passing by.
I´ve got nothing to gain to lose,
all the world I´ve seen before me passing by.
[Nakarat]
You don´t care about how I feel,
I don´t feel it anymore.
3 mal
Hey you,are me,not so pretty,
all the world I´ve seen before me passing by.
Silent my voice,I´ve got no choice,
all the world I´ve seen before me passing by.
[Nakarat]
I don´t see,anymore,
I don´t hear,anymore,
I don´t speak,anymore,
I don´t feel.
Hey you,see me,pictures crazy,
all the world I´ve seen before me passing by.
I´ve got nothing,to gain,to lose,
all the world I´ve seen before me passing by.
[Nakarat]
I don´t sleep,anymore,
I don´t eat,anymore,
I don´t live,anymore,
I don´t feel.
Hey you,see me,pictures crazy,
All the world I`ve seen before me passing by.
I´ve got nothing to gain to lose,
all the world I´ve seen before me passing by.
[Nakarat]
You don´t care about how I feel,
I don´t feel it anymore.
3 mal
Hey you,are me,not so pretty,
all the world I´ve seen before me passing by.
Silent my voice,I´ve got no choice,
all the world I´ve seen before me passing by.
[Nakarat]
I don´t see,anymore,
I don´t hear,anymore,
I don´t speak,anymore,
I don´t feel.
Hey you,see me,pictures crazy,
all the world I´ve seen before me passing by.
I´ve got nothing,to gain,to lose,
all the world I´ve seen before me passing by.
[Nakarat]
I don´t sleep,anymore,
I don´t eat,anymore,
I don´t live,anymore,
I don´t feel.
25 Ocak 2009 Pazar
Arsız Geceler
Rüyalar kovalıyor uykularımı
Yıldızların parlak aydınlığında
Nefes alan bir ölü gibi bedenim
Gecenin ıssız karanlığında
Ellerinden tutardım, dolaşırdık
Küçücüktü elleri
Kahküllü kumral saçları
Yemyeşil bakardı gözleri
İz bırakıyor hep gidenler
Ardında çizik dolu yürekler
Yollar uzun, bitimiyor
İçim daralıyor
Sabah oluyor
Mehmet Mirkelam
Yıldızların parlak aydınlığında
Nefes alan bir ölü gibi bedenim
Gecenin ıssız karanlığında
Ellerinden tutardım, dolaşırdık
Küçücüktü elleri
Kahküllü kumral saçları
Yemyeşil bakardı gözleri
İz bırakıyor hep gidenler
Ardında çizik dolu yürekler
Yollar uzun, bitimiyor
İçim daralıyor
Sabah oluyor
Mehmet Mirkelam
mutlu olmak
ne kadar zor, ne kadar kolay?
hafif bir lodos gönderin bana marmara'dan ucup goturuversin butun uzuntulerimi, bir avuc ada manzarasi, isiltili bir deniz, aydinlik bir sema arasinda butun karanliklarin yerine gecsin, bir parca fistikli cikolata, daha ne ister insan?
peki yetmez mi degerli musiki dokunuslari ruhu dinlendirmeye ve canlandirmaya, bir dosttan bir sicak selam veya sadece bir gulumseme, neden yetmesin nlayis dolu bir baks, ve hissedebilmek ne kadar sana deger verenleri, guvenebildiklerini cevrende.
bir sokak kopeginin masum ve mahzun bakislari yetmez mi peki, bir kedinin telasli adimlari, bir cocugun sahil boyunca kosarcasina siralamasi adimlarini.
menekselerin kadifemsi yesili, sarisi ve morunun; topraktan basvermis lale soganlarinin verdigi mutluluga paha bicilir mi peki?
aksam gunseinin duvarin uzerindeki golge oyununa, mekinin sereflendirdigi mekanlari solumanin huzuruna, bunu gorebilen gozlerin varligina peki?
hangi saltanatla alinir bu zenginlikler?
mutlu olmak kolay midir zor mudur?
mutluluk bir haldir, kendini bilmenin istirabi ve bahsedilen nimetlerin zengiligi karsisinda mutevazi ve dingin bir sukur hali. mutlu edilmez insanlar, mutlu olurlar ancak bir guzel kiyafet gibi bu hali ustlerine giymeye niyet edip, caba gosterebilirlerse.
mutlulugun bir guzel paketlenip gumus tepsilerde onunuze sunulmasini beklemek yerine aslinda hemen oracikta yanibasinizda, hemen icinizde uzanip erisebileceginiz mesafede oldugunu bilmek, kesfedebilmek ne kadar da guzellestirir hayati.
oyleyse ozur dilerim tum isyanlarim ve cehaletimden oturu, elbette nefis buyuk ve yuksek idealleri dusunmek yerine miskin ve sevimsiz sikayet yumaklarini tercih edebilecek kadar zayif bir tasavurra sahiptir.
bu gokkubbe altinda birakiverdigim her sevimsiz soz ve sikayet, her bilincsiz hareket ve dusuncendem oturu ozur diler, kendimi duzeltmek uzere guc ve sebat temenni ederim.
hafif bir lodos gönderin bana marmara'dan ucup goturuversin butun uzuntulerimi, bir avuc ada manzarasi, isiltili bir deniz, aydinlik bir sema arasinda butun karanliklarin yerine gecsin, bir parca fistikli cikolata, daha ne ister insan?
peki yetmez mi degerli musiki dokunuslari ruhu dinlendirmeye ve canlandirmaya, bir dosttan bir sicak selam veya sadece bir gulumseme, neden yetmesin nlayis dolu bir baks, ve hissedebilmek ne kadar sana deger verenleri, guvenebildiklerini cevrende.
bir sokak kopeginin masum ve mahzun bakislari yetmez mi peki, bir kedinin telasli adimlari, bir cocugun sahil boyunca kosarcasina siralamasi adimlarini.
menekselerin kadifemsi yesili, sarisi ve morunun; topraktan basvermis lale soganlarinin verdigi mutluluga paha bicilir mi peki?
aksam gunseinin duvarin uzerindeki golge oyununa, mekinin sereflendirdigi mekanlari solumanin huzuruna, bunu gorebilen gozlerin varligina peki?
hangi saltanatla alinir bu zenginlikler?
mutlu olmak kolay midir zor mudur?
mutluluk bir haldir, kendini bilmenin istirabi ve bahsedilen nimetlerin zengiligi karsisinda mutevazi ve dingin bir sukur hali. mutlu edilmez insanlar, mutlu olurlar ancak bir guzel kiyafet gibi bu hali ustlerine giymeye niyet edip, caba gosterebilirlerse.
mutlulugun bir guzel paketlenip gumus tepsilerde onunuze sunulmasini beklemek yerine aslinda hemen oracikta yanibasinizda, hemen icinizde uzanip erisebileceginiz mesafede oldugunu bilmek, kesfedebilmek ne kadar da guzellestirir hayati.
oyleyse ozur dilerim tum isyanlarim ve cehaletimden oturu, elbette nefis buyuk ve yuksek idealleri dusunmek yerine miskin ve sevimsiz sikayet yumaklarini tercih edebilecek kadar zayif bir tasavurra sahiptir.
bu gokkubbe altinda birakiverdigim her sevimsiz soz ve sikayet, her bilincsiz hareket ve dusuncendem oturu ozur diler, kendimi duzeltmek uzere guc ve sebat temenni ederim.
24 Ocak 2009 Cumartesi
Gül yüzlülerin şevkine gel
Gül yüzlülerin şevkine gel nüş edelim mey
İşret edelim yar ile şimdi demidir hey
Bu kavlı sürahi eğilip sagara söyler, ne der
Adilleredir, natenedir natenedir ney
Dümdekaladır, natenedir natenedir hey
Mecliste çalındı yine tambur ile ney
Ol aşık-ı bi-çarelerin gönlünü eyler
Daire semai tutarak ney neye söyler, ne der
Adilleredir, natenedir natenedir ney
Dümderaladır, natenedir natenedir hey
Beste: Tab'i Mustafa Efendi
Makam: Bayati
Usul: Yürük Semai
Form: Yürük Semai
İşret edelim yar ile şimdi demidir hey
Bu kavlı sürahi eğilip sagara söyler, ne der
Adilleredir, natenedir natenedir ney
Dümdekaladır, natenedir natenedir hey
Mecliste çalındı yine tambur ile ney
Ol aşık-ı bi-çarelerin gönlünü eyler
Daire semai tutarak ney neye söyler, ne der
Adilleredir, natenedir natenedir ney
Dümderaladır, natenedir natenedir hey
Beste: Tab'i Mustafa Efendi
Makam: Bayati
Usul: Yürük Semai
Form: Yürük Semai
şerefül mekan bil mekin
(Bir mekanin serefi o mekanda yasayanlardir)
Necmettin Okyay Üsküdar'da yasayanlardan...
(Necmettin Okyay:
Hatip Mehmet Efendi’nin bulduğu tekniği geliştirip, çiçek figürü yapamyı başaran sanatçıların en başarılısı Necmettin Okyay’dır.
Hatip Mehmet Efendi’den yaklaşık bir asır sonra doğmuştur. Ustalarının yaptıklarını, bir fotokopi makinası gibi taklit etmek ona göre değildir. Hatip Mehmet Efendi’de olan yaratma dürtüsü onda da vardır. Ustasının izini sürdürerek, soyut şekillerden, lale, karanfil, sümbül vb yapımına geçmeyi başarmıştır. Akkase tekniği de onundur.
Ayrıca, ömrünün son yıllarına dek deneylerini sürdürmüş ve kitre yerine başka kıvam artırıcı maddeler araştırmıştır. Buldukları arasında saf sahlep, ezilmiş ayva çekirdeği ve çemen vardır.
1883 İstanbul doğumludur. Ebruculuk dışında mürekkepçilik, aharcılık, okçuluk, gülcülük, mücellitlik, hattatlık da yapmıştır. Bu yüzden kendisine ‘hezarfen’ denilmektedir. Önce Medresetül Hattatin’de, Cumhuriyet sonrası da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik yaparak, sayısız ebrucu yetiştirmiştir. 1976’da ölmüştür.
Hatip Mehmet Efendi ile Necmettin Okyay arasındaki diğer ebru ustalarının adları şöyledir:
Şeyh Sadık Efendi (? - 1846), Edhem Efendi (1829 - 1904), Salih Efendi (bilgi yok), Sami Efendi (1838 - 1912), Şeyh Aziz Efendi (1871 1934).
Necmettin Okyay, ebruculuğu Edhem Efendi’den öğrenmiştir. )
---------
Süleymaniye`de Bayram Sabahı
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
* Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
* Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
* Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?
Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
* Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan..
Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an;
Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
* Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
* Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
* Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Yahya Kemal Beyatlı
Koca MustafapaşaKoca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!
Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rû’yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşayanlar değil Allah’a gidenlerden uzak.
Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı
Hisseden kimse hakikat sanıyor hulyâyı.
Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn.
Bu taraf sanki bu halkıyla ezelden meskûn.
Bir afif aile sessizliği var evlerde;
Örtüyor fakrı asaletle çekilmiş perde.
Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak...
Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.
Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,
Çeşmeden her su içerken: “Şükür Allah’a” diyen
Yaşıyor sade maişetlerin en sâfında;
Rûh esen kuytu mezarlıkların etrafında.
Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.
Türk’ün âsûde mizaciyle Bizans’ın kederi
Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.
Şu fetih vak’ası, yârab! Ne büyük mu’cizedir!
Her tecellîsini nakletmek uzundur bir bir;
Bir tecellisi fakat, ruhu saatlerce sarar;
Koca Mustâpaşa var, camii var, semti de var.
Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu’cizeden,
Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden
Rum vezîr, eski manastırda ederken secde,
Kalbi çok dolduran îman ile gelmiş vecde,
Onu, tek Tanrısının mâbedi etmiş de hayâl,
Vakfedip her neye mâlikse, bütün mâl-ü menal,
Bir fetih câmii yapmak dilemiş İslam’a.
Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr
Yerde bulmuş yaşayanlar da, ölenler de huzûr.
Ona hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,
Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan,
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar ağaçlar karışık.
Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;
Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.
Gece, şi’riyle sararken Koca Mustapaşa’yı
Seyredenler görür Allah’a yakın dünyâyı.
Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;
Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.
Bir ziyaretçi derin zevk alarak manzaradan,
Unutur semtine yollanmayı artık buradan.
Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtar ediyor;
Çok yavaş, yalnız içinden duyulan sesle, diyor:
“Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın;
Onların meşrebi, iklimi ve ırkındansın.
Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,
Avutur gamlıyı, teskin eder endişeliyi;
Ne ledünni gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,
Bir mücevher gibi Sümbül Sinan’ın rûhu yanar.
Ne saadet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak,
Vatanın fâtihi cedlerle berâber yaşamak!...”
Geç vakit semtime döndüm Koca Mustapaşa’dan
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.
Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine,
Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine;
Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Manevi varlığının resmini çizmiş havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yaya. -
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
Yahya Kemal Beyatlı
İSTANBUL'UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR
Üsküdar, bir ulu rü'yayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.
Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!"
Elli üç gün en mehâbetli temâşâ idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rü'yâ idi o!
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatırâdan;
Eli üç günde o hengâme görülmüş buradan;
Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayâl;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı nâmıyle 'Büyük Top' denilen ejderha.
Sarfedilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç'e;
Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu.
Yahya Kemal Beyatlı
Çok insan anlayamaz eski musikimizden,
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.
Necmettin Okyay Üsküdar'da yasayanlardan...
(Necmettin Okyay:
Hatip Mehmet Efendi’nin bulduğu tekniği geliştirip, çiçek figürü yapamyı başaran sanatçıların en başarılısı Necmettin Okyay’dır.
Hatip Mehmet Efendi’den yaklaşık bir asır sonra doğmuştur. Ustalarının yaptıklarını, bir fotokopi makinası gibi taklit etmek ona göre değildir. Hatip Mehmet Efendi’de olan yaratma dürtüsü onda da vardır. Ustasının izini sürdürerek, soyut şekillerden, lale, karanfil, sümbül vb yapımına geçmeyi başarmıştır. Akkase tekniği de onundur.
Ayrıca, ömrünün son yıllarına dek deneylerini sürdürmüş ve kitre yerine başka kıvam artırıcı maddeler araştırmıştır. Buldukları arasında saf sahlep, ezilmiş ayva çekirdeği ve çemen vardır.
1883 İstanbul doğumludur. Ebruculuk dışında mürekkepçilik, aharcılık, okçuluk, gülcülük, mücellitlik, hattatlık da yapmıştır. Bu yüzden kendisine ‘hezarfen’ denilmektedir. Önce Medresetül Hattatin’de, Cumhuriyet sonrası da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik yaparak, sayısız ebrucu yetiştirmiştir. 1976’da ölmüştür.
Hatip Mehmet Efendi ile Necmettin Okyay arasındaki diğer ebru ustalarının adları şöyledir:
Şeyh Sadık Efendi (? - 1846), Edhem Efendi (1829 - 1904), Salih Efendi (bilgi yok), Sami Efendi (1838 - 1912), Şeyh Aziz Efendi (1871 1934).
Necmettin Okyay, ebruculuğu Edhem Efendi’den öğrenmiştir. )
---------
Süleymaniye`de Bayram Sabahı
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
* Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
* Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
* Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?
Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
* Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan..
Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an;
Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
* Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
* Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
* Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Yahya Kemal Beyatlı
Koca MustafapaşaKoca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!
Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rû’yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşayanlar değil Allah’a gidenlerden uzak.
Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı
Hisseden kimse hakikat sanıyor hulyâyı.
Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn.
Bu taraf sanki bu halkıyla ezelden meskûn.
Bir afif aile sessizliği var evlerde;
Örtüyor fakrı asaletle çekilmiş perde.
Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak...
Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.
Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,
Çeşmeden her su içerken: “Şükür Allah’a” diyen
Yaşıyor sade maişetlerin en sâfında;
Rûh esen kuytu mezarlıkların etrafında.
Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.
Türk’ün âsûde mizaciyle Bizans’ın kederi
Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.
Şu fetih vak’ası, yârab! Ne büyük mu’cizedir!
Her tecellîsini nakletmek uzundur bir bir;
Bir tecellisi fakat, ruhu saatlerce sarar;
Koca Mustâpaşa var, camii var, semti de var.
Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu’cizeden,
Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden
Rum vezîr, eski manastırda ederken secde,
Kalbi çok dolduran îman ile gelmiş vecde,
Onu, tek Tanrısının mâbedi etmiş de hayâl,
Vakfedip her neye mâlikse, bütün mâl-ü menal,
Bir fetih câmii yapmak dilemiş İslam’a.
Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr
Yerde bulmuş yaşayanlar da, ölenler de huzûr.
Ona hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,
Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan,
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar ağaçlar karışık.
Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;
Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.
Gece, şi’riyle sararken Koca Mustapaşa’yı
Seyredenler görür Allah’a yakın dünyâyı.
Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;
Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.
Bir ziyaretçi derin zevk alarak manzaradan,
Unutur semtine yollanmayı artık buradan.
Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtar ediyor;
Çok yavaş, yalnız içinden duyulan sesle, diyor:
“Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın;
Onların meşrebi, iklimi ve ırkındansın.
Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,
Avutur gamlıyı, teskin eder endişeliyi;
Ne ledünni gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,
Bir mücevher gibi Sümbül Sinan’ın rûhu yanar.
Ne saadet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak,
Vatanın fâtihi cedlerle berâber yaşamak!...”
Geç vakit semtime döndüm Koca Mustapaşa’dan
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.
Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine,
Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine;
Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Manevi varlığının resmini çizmiş havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yaya. -
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
Yahya Kemal Beyatlı
İSTANBUL'UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR
Üsküdar, bir ulu rü'yayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.
Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!"
Elli üç gün en mehâbetli temâşâ idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rü'yâ idi o!
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatırâdan;
Eli üç günde o hengâme görülmüş buradan;
Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayâl;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı nâmıyle 'Büyük Top' denilen ejderha.
Sarfedilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç'e;
Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu.
Yahya Kemal Beyatlı
Çok insan anlayamaz eski musikimizden,
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.
gunluk guneslik bir 24 Ocak gunu
oh be icim rahatladi
bazen insan onunu goremez de bir musibet gelir, bin nasihatten iyi, bir fenerin isigini yakalamiscasina korkunc bir firtinada rahatlayi verir insan. onunu gormenini, yolunu bilmenin rahatligi.
iste oylece onumu cok daha net goruyorum simdi. yoksa yine bu firtinada kaybolmak uzereydim. bir simsek cakti ve tum gercekleri gunduz gunesinden daha net goruverdim. icim oyle rahat.
simsek dustugu yerdeki agaci yaksa, ve sag tarafi boydan boya ku etse de, sukretmeli bu duruma. degil mi ki her seyin bir bedeli vardir, gercege aydinlanmanin da o kadar bedeli olsun. bu d guzel bir akil parasi olsun...
eski sarkilar, sarkilar guzeldir, ruha hitap eder de, eski sarkilarin yeri baskadir.
simdi november rain dinlemek, ustelik gunluk guneslik apaydinlik, bol manzarali bir nadide ocak gununden sonra yine de iyi geldi. rock insanin ruhunu karartiyormus, iyi de hayat renklerin dengesi degil mi, eger bir resim cok dagilmissa siyah toplayiverir hemen. gunduz boyunca golgeler vardir, done done ilerleyen.
iste oyle biraz da karamsar melodilerin ne sakincasi olabilir, tezatlar guzeldir. hayat o kadar guzel ki, tum bu muhtesemliklere ragmen hayati kendilerine ve cevrelerindekine zehir edebilen zavalli ahmaklarin olmasi ne aci, buna karsi yapabilecek en guzel tedbir evvel uzak durmak, ahir bunlara akil fikir verilmesini dilemek, otesi bosa kurek cekmek :)
the moral of the story :)
bazen insan onunu goremez de bir musibet gelir, bin nasihatten iyi, bir fenerin isigini yakalamiscasina korkunc bir firtinada rahatlayi verir insan. onunu gormenini, yolunu bilmenin rahatligi.
iste oylece onumu cok daha net goruyorum simdi. yoksa yine bu firtinada kaybolmak uzereydim. bir simsek cakti ve tum gercekleri gunduz gunesinden daha net goruverdim. icim oyle rahat.
simsek dustugu yerdeki agaci yaksa, ve sag tarafi boydan boya ku etse de, sukretmeli bu duruma. degil mi ki her seyin bir bedeli vardir, gercege aydinlanmanin da o kadar bedeli olsun. bu d guzel bir akil parasi olsun...
eski sarkilar, sarkilar guzeldir, ruha hitap eder de, eski sarkilarin yeri baskadir.
simdi november rain dinlemek, ustelik gunluk guneslik apaydinlik, bol manzarali bir nadide ocak gununden sonra yine de iyi geldi. rock insanin ruhunu karartiyormus, iyi de hayat renklerin dengesi degil mi, eger bir resim cok dagilmissa siyah toplayiverir hemen. gunduz boyunca golgeler vardir, done done ilerleyen.
iste oyle biraz da karamsar melodilerin ne sakincasi olabilir, tezatlar guzeldir. hayat o kadar guzel ki, tum bu muhtesemliklere ragmen hayati kendilerine ve cevrelerindekine zehir edebilen zavalli ahmaklarin olmasi ne aci, buna karsi yapabilecek en guzel tedbir evvel uzak durmak, ahir bunlara akil fikir verilmesini dilemek, otesi bosa kurek cekmek :)
the moral of the story :)
November Rain
When I look into your eyes
I can see a love restrained
But darlin' when I hold you
Don't you know I feel the same
'Cause nothin' lasts forever
And we both know hearts can change
And it's hard to hold a candle
In the cold November rain
We've been through this such a long long time
Just tryin' to kill the pain
But lovers always come and lovers always go
An no one's really sure who's lettin' go today
Walking away
If we could take the time to lay it on the line
I could rest my head
Just knowin' that you were mine
All mine
So if you want to love me
then darlin' don't refrain
Or I'll just end up walkin'
In the cold November rain
Do you need some time...on your own
Do you need some time...all alone
Everybody needs some time...on their own
Don't you know you need some time...all alone
I know it's hard to keep an open heart
When even friends seem out to harm you
But if you could heal a broken heart
Wouldn't time be out to charm you
Sometimes I need some time...on my
own Sometimes I need some time...all alone
Everybody needs some time...on their own
Don't you know you need some time...all alone
And when your fears subside
And shadows still remain, ohhh yeahhh
I know that you can love me
When there's no one left to blame
So never mind the darkness
We still can find a way
'Cause nothin' lasts forever
Even cold November rain
Don't ya think that you need somebody
Don't ya think that you need someone
Everybody needs somebody
You're not the only one
You're not the only one
I can see a love restrained
But darlin' when I hold you
Don't you know I feel the same
'Cause nothin' lasts forever
And we both know hearts can change
And it's hard to hold a candle
In the cold November rain
We've been through this such a long long time
Just tryin' to kill the pain
But lovers always come and lovers always go
An no one's really sure who's lettin' go today
Walking away
If we could take the time to lay it on the line
I could rest my head
Just knowin' that you were mine
All mine
So if you want to love me
then darlin' don't refrain
Or I'll just end up walkin'
In the cold November rain
Do you need some time...on your own
Do you need some time...all alone
Everybody needs some time...on their own
Don't you know you need some time...all alone
I know it's hard to keep an open heart
When even friends seem out to harm you
But if you could heal a broken heart
Wouldn't time be out to charm you
Sometimes I need some time...on my
own Sometimes I need some time...all alone
Everybody needs some time...on their own
Don't you know you need some time...all alone
And when your fears subside
And shadows still remain, ohhh yeahhh
I know that you can love me
When there's no one left to blame
So never mind the darkness
We still can find a way
'Cause nothin' lasts forever
Even cold November rain
Don't ya think that you need somebody
Don't ya think that you need someone
Everybody needs somebody
You're not the only one
You're not the only one
19 Ocak 2009 Pazartesi
where is the exit?
nasilsin? diye soruyorlar, ne diyeyim ki?
bu sorunun cevabi gercekten uzaktir, oyle de olmalidir, cunku tek cevabi vardir, iyiyim. aslinda ne olursa olsun herkes iyidir, elbette mutlu olunacak o kadar cok seye sahipiz ki, donup bakmak yeter.
peki ben her zamankine gore nasilim son zamanlarda? durust olmak gerekirse cevap, eh iste.
surekli bir basagrisi ve yorgunluk, gun boyu doymak bilmeyen uyku istegi, nefesiz kalinan agir hantal, depderin ve kipkisa uykular.
cikis ne taraf biri gosterebilir mi? buranin havasi bana fazla agir geldi, kacmam gerek hemen ilk firsatta, ilk donemece.
bu sorunun cevabi gercekten uzaktir, oyle de olmalidir, cunku tek cevabi vardir, iyiyim. aslinda ne olursa olsun herkes iyidir, elbette mutlu olunacak o kadar cok seye sahipiz ki, donup bakmak yeter.
peki ben her zamankine gore nasilim son zamanlarda? durust olmak gerekirse cevap, eh iste.
surekli bir basagrisi ve yorgunluk, gun boyu doymak bilmeyen uyku istegi, nefesiz kalinan agir hantal, depderin ve kipkisa uykular.
cikis ne taraf biri gosterebilir mi? buranin havasi bana fazla agir geldi, kacmam gerek hemen ilk firsatta, ilk donemece.
16 Ocak 2009 Cuma
tad tadindan, tuz tuzundan
amaan bazen oyle kufredesim geliyor ki!!
yetti a canim, yetti gari...
tad tadindan, tuz tuzundan.
e siz de suyunu cikardiniz ama olmaz ki.
yetti a canim, yetti gari...
tad tadindan, tuz tuzundan.
e siz de suyunu cikardiniz ama olmaz ki.
15 Ocak 2009 Perşembe
kendini bilmek
neden durduramaz insan kendini? illa yazmak, cizmek, soylemek ister...
nedir tasipta tutamadigi?
sanat nedir diyorlar? toplum icin mi sanat icin mi? anlamlandiramiyorum bu tartismalari. tek bildigim bazen durduramaz insan kendini, illa ki kesfetmek ister, bir yolculuga cikmak, kendi icinde bir yolculuk, cizer ozetler bu hali:
"kendimi bilmek icin ciziyorum"
Otuz yıldır umudu ve özgürlüğü çiziyor
"Yürüyordum... O yolumun üstündeydi. Elime aldım, bir süre yadırgadım. Sonra onun hangi iklimin hangi ağacının asaya müsait dalı olduğunun önemi kalmadı. Artık o benim asamdı. Kâh ona yükleniyorum, omuzlarıma alıyorum. Yeryüzünü dolduran itilmiş, dışlanmış ana gövdeye yaslandığımı hissediyorum." sözleriyle özetliyor Hasan Aycın, 30 yıllık çizgi serüvenini. Sanatkârın "Kendimi bilmek için çiziyorum" dediği siyah ile beyaz çizgilerinden seçtiği 128 eserden oluşan 'Çizgizâr: 30. Sanat Yılında Hasan Aycın ve Karikatür Sergisi', geçtiğimiz akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda açıldı.
nedir tasipta tutamadigi?
sanat nedir diyorlar? toplum icin mi sanat icin mi? anlamlandiramiyorum bu tartismalari. tek bildigim bazen durduramaz insan kendini, illa ki kesfetmek ister, bir yolculuga cikmak, kendi icinde bir yolculuk, cizer ozetler bu hali:
"kendimi bilmek icin ciziyorum"
Otuz yıldır umudu ve özgürlüğü çiziyor
"Yürüyordum... O yolumun üstündeydi. Elime aldım, bir süre yadırgadım. Sonra onun hangi iklimin hangi ağacının asaya müsait dalı olduğunun önemi kalmadı. Artık o benim asamdı. Kâh ona yükleniyorum, omuzlarıma alıyorum. Yeryüzünü dolduran itilmiş, dışlanmış ana gövdeye yaslandığımı hissediyorum." sözleriyle özetliyor Hasan Aycın, 30 yıllık çizgi serüvenini. Sanatkârın "Kendimi bilmek için çiziyorum" dediği siyah ile beyaz çizgilerinden seçtiği 128 eserden oluşan 'Çizgizâr: 30. Sanat Yılında Hasan Aycın ve Karikatür Sergisi', geçtiğimiz akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda açıldı.
14 Ocak 2009 Çarşamba
YORGUNUM
Baharı beklerken ömrüm kış oldu
Gözümde her zaman biraz yaş oldu
En güzel duygular bana düş oldu
Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık
Tutmadı ellerim sıcak elleri
Duymadım aşk denen tatlı sözleri
Taşıdım ömrümce acı izleri
Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık
İçimde ateşler söndü kül oldu
Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu
Yar bildim o bile bana el oldu
Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık
Güfte: Sami Derin Tuna, Beste: Selçuk Tekay
Gözümde her zaman biraz yaş oldu
En güzel duygular bana düş oldu
Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık
Tutmadı ellerim sıcak elleri
Duymadım aşk denen tatlı sözleri
Taşıdım ömrümce acı izleri
Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık
İçimde ateşler söndü kül oldu
Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu
Yar bildim o bile bana el oldu
Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık
Güfte: Sami Derin Tuna, Beste: Selçuk Tekay
10 Ocak 2009 Cumartesi
hayat
ne de tuhaf...
ne ilginc tesadufler yumagi ama!
eger minik bir kedi olsaydim bu koca yumakla oynamak eglenceli olurdu muhakkak.
dun muhabbet ederken ogrendim.
babamlarin kucukken beyaz bir kedileri varmis, beyaz bir kedi, arada kircillari olan...
adi; umit.
soyleyemedim ama ilginc tesaduf.
sadece duyulmayacak bir sesle agzimin icinde mirildandim, oyle olsun istemem ya eger ileride yalniz yasamam gerekirse bir ev kedim olsun isterim diye.
bundan cok onceleri adini da umit koymaya karar verdigimi soylemedim ama.
iste tesaduf.
belki biraz daha fazla.
unutmamali, akildan cikarmamali insan, bugun henuz ortada fol yok, yumurta yokken yapiverdiklerimiz, hani pek de dusunmeden yapiverdiklerimiz, bir gun cocuklarimizi onlarin cocuklarini etkileyebilir.
gen ile tasinan sadece goz rengi, boy pos degil.
ruhumuzdaki guzellikler ve cirkinlikler, yasadiklarimiz ve hatta dusunduklerimiz bile su anki ve gelecekteki cevremizi etkilemekte.
insan ne de cok etki biraktigini bilmeden ve cogu kez dusunmeden hareket eden insan biraz da sorumluluk tasisa ya.
tum bu uyari ve tembihler herkesden evvel kendime elbet...
merhamet ve hayvan sevgisi icinizden eksik olmasin :)
ne ilginc tesadufler yumagi ama!
eger minik bir kedi olsaydim bu koca yumakla oynamak eglenceli olurdu muhakkak.
dun muhabbet ederken ogrendim.
babamlarin kucukken beyaz bir kedileri varmis, beyaz bir kedi, arada kircillari olan...
adi; umit.
soyleyemedim ama ilginc tesaduf.
sadece duyulmayacak bir sesle agzimin icinde mirildandim, oyle olsun istemem ya eger ileride yalniz yasamam gerekirse bir ev kedim olsun isterim diye.
bundan cok onceleri adini da umit koymaya karar verdigimi soylemedim ama.
iste tesaduf.
belki biraz daha fazla.
unutmamali, akildan cikarmamali insan, bugun henuz ortada fol yok, yumurta yokken yapiverdiklerimiz, hani pek de dusunmeden yapiverdiklerimiz, bir gun cocuklarimizi onlarin cocuklarini etkileyebilir.
gen ile tasinan sadece goz rengi, boy pos degil.
ruhumuzdaki guzellikler ve cirkinlikler, yasadiklarimiz ve hatta dusunduklerimiz bile su anki ve gelecekteki cevremizi etkilemekte.
insan ne de cok etki biraktigini bilmeden ve cogu kez dusunmeden hareket eden insan biraz da sorumluluk tasisa ya.
tum bu uyari ve tembihler herkesden evvel kendime elbet...
merhamet ve hayvan sevgisi icinizden eksik olmasin :)
9 Ocak 2009 Cuma
Anlamazdın
(Söz: Fikret Şenes)
Sevilirken bilmedin mi?
Ben söylerken gülmedin mi?
Falımızda hasret var
Ayrılık var demedim mi?
Anlamazdın, anlamazdın
Kadere de inanmazdın
Hani sen acı veren
Kalpsizlerden olamazdın.
Dilerim ki mutlu ol sevgilim
Ben olmasam bile hayat gülsün sana
Günahım boynunda
Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda
Kalbim bomboş kaldı sanma
Acılar geçer zamanla
Aşka tövbe demem ben
Görürsün sevince yeniden.
Sevilirken bilmedin mi?
Ben söylerken gülmedin mi?
Falımızda hasret var
Ayrılık var demedim mi?
Anlamazdın, anlamazdın
Kadere de inanmazdın
Hani sen acı veren
Kalpsizlerden olamazdın.
Dilerim ki mutlu ol sevgilim
Ben olmasam bile hayat gülsün sana
Günahım boynunda
Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda
Kalbim bomboş kaldı sanma
Acılar geçer zamanla
Aşka tövbe demem ben
Görürsün sevince yeniden.
6 Ocak 2009 Salı
Narenciyenin Faydalari I - Limon
Limon kabuklarının kansere karşı koruyucu etkisi kanıtlandı
C vitamini içerdiği için hastalıklara karşı da koruyor. Limon sadece sağlıkta değil, güzellikte de etkili.
İşte limonun güzelliğe faydaları: Tırnakları parlatıyor: Tırnaklarınızı 10 dakika limon suyunda bekletin. Ellerinizi limon suyuyla ovuşturun.
Sirke, sıcak su karışımı ile fırçalayın. Sonra durulayın.
Lekelerde etkili: Yatmadan önce limon suyu ile ellerinizi ve yüzünüzü iyice ovuşturun. Sabah ılık suyla ellerinizi ve yüzünüzü durulayın. Siyah, kahverengi lekelerin kaybolması için bu işlemi her akşam yapın.
Güçlü saçlar: Dökülen ve cansızlaşan saçlarınızı yeniden canladırmak ve parlaklık kazandırmak için 3/4 fincan zeytin yağı, 1/2 fincan bal ve aşağı yukarı 3 yemek kaşığı limon suyunu karıştırın. Saçlarınızı suyla durulayın, havluyla kurulayın ve daha sonra az bir karışımı tarakla saçlarınıza yedirin. Daha sonra saçlarınızı plastik bone ile sarın 30 dakika bekleyin. Şampuanlayın, durulayın, parlaklığı fark edeceksiniz.
Nefesi tazeliyor: Nefesiniz kötü kokuyorsa ağzınıza birkaç damla limon suyu damlatın ve yutun. Sitrik asit, kötü kokuya neden olan bakterileri öldürecektir.
C vitamini içerdiği için hastalıklara karşı da koruyor. Limon sadece sağlıkta değil, güzellikte de etkili.
İşte limonun güzelliğe faydaları: Tırnakları parlatıyor: Tırnaklarınızı 10 dakika limon suyunda bekletin. Ellerinizi limon suyuyla ovuşturun.
Sirke, sıcak su karışımı ile fırçalayın. Sonra durulayın.
Lekelerde etkili: Yatmadan önce limon suyu ile ellerinizi ve yüzünüzü iyice ovuşturun. Sabah ılık suyla ellerinizi ve yüzünüzü durulayın. Siyah, kahverengi lekelerin kaybolması için bu işlemi her akşam yapın.
Güçlü saçlar: Dökülen ve cansızlaşan saçlarınızı yeniden canladırmak ve parlaklık kazandırmak için 3/4 fincan zeytin yağı, 1/2 fincan bal ve aşağı yukarı 3 yemek kaşığı limon suyunu karıştırın. Saçlarınızı suyla durulayın, havluyla kurulayın ve daha sonra az bir karışımı tarakla saçlarınıza yedirin. Daha sonra saçlarınızı plastik bone ile sarın 30 dakika bekleyin. Şampuanlayın, durulayın, parlaklığı fark edeceksiniz.
Nefesi tazeliyor: Nefesiniz kötü kokuyorsa ağzınıza birkaç damla limon suyu damlatın ve yutun. Sitrik asit, kötü kokuya neden olan bakterileri öldürecektir.
3 Ocak 2009 Cumartesi
her seyin, her sozun, her duygunun, her hatiranin ucup gittigi, buharlasiverdigi bu alemde bir cift satir, haytin dibine düşülmüş bir küçük not, belki de en buyuk hatalari engellemeye, en olmazlari oldurmaya ve en karanliklari aydinlatmaya kadirdir.
oyleyse cekinme yaz, diledigince, gonlunce, dusunce, ne gelirse dok yaziya ki bulsun can ve kan ve yoluna işik tutsun...
oyleyse cekinme yaz, diledigince, gonlunce, dusunce, ne gelirse dok yaziya ki bulsun can ve kan ve yoluna işik tutsun...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)