Ölmeden önce bu yerlere gidin! Çünkü bir sonraki kuşak göremeyecek! Amerikan Newsweek Dergisi son sayısının kapağında global ısınma, doğal afetler,terörizm, ilgisizlik ve benzeri nedenlerden ötürü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan Dünya'nın 100 harikasına yer verdi. Dünya Anıtlar Vakfı'nın yayınladığı listede Türkiye'den yalnızca Küçük Ayasofya camii ve Aphrodisias antik kenti bulunuyor.
İstanbul'da bulunan Küçük Ayasofya Camii'nin 1999 yılındaki depremden etkilendiğini, oluşan çatlaklardan içeri giren yağmur sularının bu tarihi yapıyı çökme tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığı belirtiliyor. Pamukkale yakınlarındaki Aphrodisias antik kenti ise bakımı için yeterli bütçe ayrılmadığından her geçen gün yok olmaya doğru yaklaştığı belirtiliyor.
Listenin başında 2003 yılından bu yana işgal altında olan Irak tüm ülke olarak yer alıyor. 55 ülkeden Dünya'nın önemli tarih miraslarının bulunduğu listede Amerika'dan 8, İngiltere'den iki yer bulunuyor. Bosna-Hersek'te bulunan Osmanlı mirası ve Mimar Sinan yapımı Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü'de listedeki diğer tanıdık eserlerden..
Sabah, 03.04.2006
LİSTENİN TAMAMI
Afganistan: Hacı Piyade Camii, Balkh
Antartika: Sir Ernest Shackleton Keşif Klübesi, Antartika
Avustralya: Dampier Rock Sanat Kompleksi, Dampier, Burrup Peninsula
Bangladeş:Sonargaon-Panama City, Sonargaon
Bosna Hersek:Mehmet Sokullu Paşa Köprüsü, Visegard
Brezilya:San Francisco Manastırı ve Tarihi Olinda, Olinda, Pernambuco
Cameroon:Bafut Sarayı, Bafut
Cape Verde:Tarrafal Toplama Kampı, Tarrafal
Şili:Tulor Köyü, Antofagasta - Cerros Pintado, Tarapaca
Çin: Cockrow Post Town, Cockrow Post, Huailai - Lu Konağı, Dong Yang - Qikou Town, Shanxi Province - Güney Batı Çin Taş Kuleleri, Çeşitli Tianshui Geleneksel Evleri, Tianshui, Qincheng, Gansu - Tuanshan Tarihi Köyü, Yunnan Bölgesi
Hırvatistan: Novi Dvori Şatosu, ZapreHırvatistan - Aziz Blaise Kilisesi, Dubrovnik
Küba: Finca Vigia (Hemingway'in Evi), San Francisco de Paula
Mısır: Sabil Ruqayya Dudu, Kahire - Tarabay al-Sharify, Kahire - West Bank, Luxor
El Salvador: San Miguel Arcangel & Santa Cruz de Roma, Panchimalco & Huizucar
Eritrea: Asmara TarihiKent Merkezi ve Tiyatrosu, Asmara - Kidane- Mehret Kilisesi,Senafe
Massawa Tarihi Kent, Massawa
Finlandiya: Helsinki- Malmi Havaalanı, Helsinki
Georgia: Jvari Manastırı, Mtshekta
Yunanistan: Helike Arkeolojik Alan, Rizomylos & Eliki, Achaia
Guatemala: Naranjo, El Peten
Hindistan: Dalhouise Meydanı, Kalküta - Dhangkar Gompa, Himachal Pradesh
Guru Lhakhang ve Sumda Chung Tapınakları, Sumda Chung - Watson Otel, Mumbai
Endonezya: Omo Hada, Nias Adası
İran: Bam, Bam
Irak: Kültürel Miras Alanı, Ülke çapında
İrlanda: Wonderful Barn, Kildare
İtalya: Hadrian Villa Akademisi, Tivoli - Cimitero Acattolico, Roma - Civita di Bagnoregio, Bagnoregio - Murgia dei Trulli, Murgia dei Trulli - Portici Kraliyet Şatosu, Napoli - Santa Maria in Stelle Hypogeum, Verona - Portunus Tapınağı, Roma
Kenya: Mtwapa Arkeolojik Kalıntı Alanı, Kilifi, Mtwapa
Laos: Chom Phet Kültürel Manzarası, Luang Prabang
Letonya: Riga Katedrali, Riga
Lübnan: Chehabi Kalesi, Hasbaya - Tripoli Uluslar arası Fuar Alanı, Tripoli
Makedonya: Treskayec Manastırı ve Kilisesi, Treskavec
Moritanya: Chinguetti Camisi, Chinguetti
Meksika: Chalcatzingo, Morelos - Mexico City Tarihi Merkezi, Mexico City - Pimeria Alta Missions, Sonora - San Juan Bautista Cuauhtinchan, Puebla - San Nicolas Obispo, Morelia, Michoacan
Nepal: Patan Kraliyet Şatosu Kompleksi, Patan
Nijerya: Benin City Setleri, Edo Eyaleti
Norveç: Sandviken Koyu, Bergen
Pakistan:Mian Nasir Muhammed Mezarlığı, Dadu Bölgesi - Thatta Anıtları, Thatta
Filistin Bölgesi: Tell Balatah (Shechem veya Eski Nablus), Nablus, West Bank
Panama: Panama Kanal Alanı, Panama Kanal Alanı,
Peru: Cajamarguilla, Lima - Prebistero Maestro Mezarlığı, Lima - Quinta Heeren, Lima
Revash Cenaze Kompleksi, Santo Tomas de Quillay - Tucume Archaeological Site, Lambayeque
Polonya: Teutonic Order Jerusalem Hastanesi, Malborka - Karol Scheibler Mozolesi, Lodz
Portekiz: Teatro Capitolio, Lizbon
Romanya: Oradea Ormanı, Oradea
Rusya: Melnikov'un Ev Stüdyosu, Moskova - Narkomfin Binası, Moskova - Semenovskoe-Otrada, Moskova Bölgesi
Samoa: Pulemelei Mound, Palauli, Letolo Ormanı
Sırbistan Montenegro: Prizren Tarihi Merkezi, Prizren - Subotica Sinagogu, Subotica
Sierre Leone: Yaşlı Fourah Bay Koleji, Freetown
Slovakya: Lednicke- Royne Tarihi Parkı, Lednicke- Royne
Güney Afrika:Richtersveld Kültür Manzarası, Kuzey Cape İli
İspanya: Segovia Su Kemeri, Segovia
Sudan: Suakin, Suakin Adası
Suriye: Amrit Arkeolojik Alanı, Amrit - Shayzar Kalesi, Shayzar - Tell Mozan (Eski Urkesh)
Türkiye: Aphrodisyas Müzesi, Aphrodisyas Antik Kenti - Küçük Ayasofya, İstanbul
Birleşik Krallık: Azize Mary Stow Kilisesi, Stow, Lincolnshire, İngiltere - Aziz Vincent Street Kilisesi, Glasgow, İskoçya
Birleşik Devletler: 2 Columbus Circle New York, New York - Kentucky Bluegrass Kültürel Manzara, Orta Kentucky - Cyclorama Merkezi, Gettysburg, Pennsylvania - Dutch Reformed Kilisesi, Newbergh, New York - Ellis Adası Bagaj ve Yatakhane Binası, New York, New York - Ennis Brown House, Los Angeles, California - Hanging Flume, Montrose Bölgesi, Colorado - Lebanon Shaker Dağ Köyü, New Lebanon, New York - Gulf Kıyısı ve New Orleans
Venezuela: La Guaira Tarihi Kenti, Vargas
31 Ağustos 2008 Pazar
MUTLU AŞK YOK Kİ DÜNYADA
Mutlu Ask Yok ki Dunyada
Aslinda Hic bir sey kar degil insana
Ne gucu ne zayif yanlari ne de yuregi
Golgesi bir hac golgesidir kollarini acsa
Ve kirar gogsune bastirirken sevdigi şeyi
Tuhaf bir ayriliktir hayati kapkara
Mutlu Ask Yok ki dunyada.
Hani giydirilmis erler bir baska yazgiya
iste o silahsiz askerlere benzer hayati
sabahlari o yazgi icin uyanmis olsalarda
Tukenmistirler ve kararsizdirlar aksamlari
Soyle yavrum su sozleri ve sakin aglama
Mutlu ask yok ki dunyada
Guzel askim, tatli askim, civanim derdim
Yaralı bir kus gibi tasirim seni suramda
Ve gormeden bakanlar su halimize bizim
suzdugum sozleri soylerler benden sonra
Ve hersey der demez olur iri gozlerin uğruna
Mutlu ask yok ki dunyada
Yaşamayi ogrenmek bizim icin gecti coktan
Aglasin gece icinde kalplerimiz yanyana
En kucuk sarkiyi mutsuzluktur kurtaran
Her urperis borclu bastan bir hayiflanmaya
Ve her gitar havasi beslenir hickırıkla
Mutlu ask yok ki dunyada
Acilarla batmamis bir ask soyle bana
Yikmamis , kiymamis olsun bir ask soyle
Bir ask soyle sarartip soldurmamis ama
Inan ki senden artik degil yurt sevgisi de
Bir ask yok ki paydos demis gozyaslarina
Mutlu ask yok ki dunyada
Ama su ask ikimizin oyle de olsa.
Louis Aragon
Çeviri : Cemal SÜREYA
Aslinda Hic bir sey kar degil insana
Ne gucu ne zayif yanlari ne de yuregi
Golgesi bir hac golgesidir kollarini acsa
Ve kirar gogsune bastirirken sevdigi şeyi
Tuhaf bir ayriliktir hayati kapkara
Mutlu Ask Yok ki dunyada.
Hani giydirilmis erler bir baska yazgiya
iste o silahsiz askerlere benzer hayati
sabahlari o yazgi icin uyanmis olsalarda
Tukenmistirler ve kararsizdirlar aksamlari
Soyle yavrum su sozleri ve sakin aglama
Mutlu ask yok ki dunyada
Guzel askim, tatli askim, civanim derdim
Yaralı bir kus gibi tasirim seni suramda
Ve gormeden bakanlar su halimize bizim
suzdugum sozleri soylerler benden sonra
Ve hersey der demez olur iri gozlerin uğruna
Mutlu ask yok ki dunyada
Yaşamayi ogrenmek bizim icin gecti coktan
Aglasin gece icinde kalplerimiz yanyana
En kucuk sarkiyi mutsuzluktur kurtaran
Her urperis borclu bastan bir hayiflanmaya
Ve her gitar havasi beslenir hickırıkla
Mutlu ask yok ki dunyada
Acilarla batmamis bir ask soyle bana
Yikmamis , kiymamis olsun bir ask soyle
Bir ask soyle sarartip soldurmamis ama
Inan ki senden artik degil yurt sevgisi de
Bir ask yok ki paydos demis gozyaslarina
Mutlu ask yok ki dunyada
Ama su ask ikimizin oyle de olsa.
Louis Aragon
Çeviri : Cemal SÜREYA
next destination
Moritanya
Bati Sahara Çölü

col gunduzlerinin sicakligini, gecelerinin serinligini, zamanin durusunu, hayatin kosturmacasindan kopusu, sussuzlugu, yalnizligi, gokteki yildizlari, develerin adimlarini, kumun dokunusunu, sarinin her tonunu, ruzgari, gunesi, Afrika'yi yasamak uzere bir yolculuktur dilegim...
o kutuphanelerini gormek istiyorum, asirlar oncesine gitmek, dokunmaki koklamak, tozlarini silmek, opup basima koymak.
insanlarini tanimak, gozlerinin icine bakmak, onlarla konusmak, ayni sofrada oturmak, onlarin hayatina ufakta olsa bir seyler katmak istiyorum.
gitmek bu sefer Moritanya'ya, Chinguetti'ye (Cinketi mi derdik türkçesine?)
http://en.wikipedia.org/wiki/Mauritania
http://en.wikipedia.org/wiki/Chinguetti
http://www.mauritania-today.com/anglais/tourism/cities/chinguetti/index.html
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/mr.html
http://gezmez.blogspot.com/2008/03/chinguetti-camisi-moritanya.html
http://www.bbc.co.uk/turkish/fooc/story/2008/08/080818_fooc_mauritania.shtml
Çölde kültür vahası
Batı Afrika'daki Moritanya'da, 13 asırlık bir kültür birikimini barındıran iki kütüphane, Fransız televizyoncu Elise Lucet'in girişimleriyle korumaya alındı. İki kütüphanede, 'kum fırtınalarından' geri kalan büyük bir kültür hazinesi var
PARİS - Batı Afrika'da bulunan Moritanya İslam Cumhuriyeti'nde, içinde
8. ve 12. yüzyıllardan kalma kitaplarla birlikte asırlardır kum fırtınalarına karşı koymuş iki kütüphane koruma altına alındı. Moritanya'nın en küçük iki kasabasında bulunan ve çölden geçen kavimlerin arkalarında bıraktığı eserlerle geliştirilen kütüphaneler, dünyanın en değerli kültür hazinelerinden birini barındırıyor.
Arapça ve Fransızca konuşulan ülkenin tek zenginliğinin petrol ya da turizm olduğu düşünülse de Moritanya çölü, gerçek bir kültürel mirasın koruyucusu. Fakat bu, kumların altında gizli kalmış bir kültür. Kendi halkı tarafından korunmayan bu kültür Fransa 3 adlı televizyon kanalında çalışan Elise Lucet öncülüğünde bir grup tarafından koruma altına alındı. Lucet kütüphanelerden birinin bulunduğu Chinguetti adlı küçük kasabayı 1993 yılında Moritanya'ya yaptığı bir gezi sırasında fark etmiş. Yaptığı araştırmalar sonucu buranın çok uzun zaman önce İslamiyetin en büyük yedinci kasabası olduğunu öğrenmiş. Chinguetti, 8. yüzyılda Mekke'ye gitmekte olan pek çok göçebe kavmin uğradığı ve uzun süre konakladığı bir kasabaymış. Kütüphane de kavimlerin oradan ayrılırken arkalarında bıraktıkları eserlerden oluşmuş. Kasabadan zaman zaman onlarca, zaman zaman sadece bir tek sayfa bırakan kavimler geçmiş. Bu sayfalarda çok geniş bir alana yayılan, hemen hemen tüm ülke ve kültürlerden anılar ve bilgiler var. Kütüphane bugünkü haliyle bile pek çok ülkenin tarihine ışık tutabilecek nitelikte.
Diğer kütüphane ise Chinguetti'nin hemen yakınındaki Ouadene kasabasında bulunuyor. Bu kütüphanenin kuruluş tarihi ise 12. yüzyıl olarak tahmin ediliyor. Burası da 12. yüzyıldan itibaren medeniyetin beşiği ve tüccarların da uğrak yeri olmuş ve burada da en az diğer kasabadaki kadar zengin bir kütüphane kurulmuş. Fakat tarihin belki de en değerli eserlerinin bulunduğu bu iki kütüphane de yıllarca maruz kaldıkları nem, böcekler ve özellikle de kum fırtınaları yüzünden neredeyse tamamen yok olmuş.
Çok büyük kum fırtınalarıyla karşı karşıya kalan halk ise bu felaketlerden ancak canlarını ve ailelerinden kalan mallarını kurtarabilmiş. Böylece neredeyse 13 yüzyıllık bir geçmiş, çölde kaybolma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bu kütüphanelerde bunca yüzyılın tarih, sanat, edebiyat, tıp ve astronomi bilgileri var.
İşte Lucet, 13 yüzyıllık bir tarihin belgelerini korumak için Fransız Kültür Bakanlığı'ndan ve UNESCO'dan da destek alan 'Çöl Kütüphaneleri' diye bir dernek kurdu. Bulunabilen 3 bin 450 eser hemen koruma altına alındı. Fakat en önemlisi şu an birer harabe durumunda olan kütüphaneler yeniden restore edilecek ve yüzyıllardır süren efsane devam edecek.
Bin yılı aşkın bir geçmişin belgelerini barındıran kütüphanelerin bu kadar çok yıpranmasının diğer bir nedeni de halkın ilgisizliği. Çölün zor şartlarında yaşayan ve zaman zaman bu yüzden yerleştikleri yerlerden bile kaçmak zorunda kalan
halk, bu taşınmalar sırasında kültürel miraslarından çok ailelerinden kalan mal varlıklarını kurtarmaya çalışmış. (Sygma)
http://www.radikal.com.tr/1999/04/30/yasam/col.html
Chinguetti Camii - CHINGUETTI, MORİTANYA
Batı Sahara'nın sürekli yer değiştiren kumullarıyla sarmalanmış ve zaman zaman neredeyse boğulmuş Chinguetti'nin bu 800 yıllık eski köyü, altın, tuz, hurma ve fildişi yüklü karavanlar için bir antrepo görevi görmüştür. Bir Dünya Mirası Alanı olan Chinguetti, sıra dışı önemli İslami el yazması koleksiyonuna ev sahipliği yapar. On üçüncü yüzyılda kurulduğu tahmin edilen camiinde, dört koridorlu ve iki bölmeli mihrabın yanı sıra, avlusu da bulunan bir dua odası vardır. Mabet en çok, harç olmadan moloz duvar işiyle inşa edilen ve şehrin üzerinde yükselen devasa kare minaresiyle bilinir. Minare, her birinin tepesinde taştan devekuşu yumurtaları bulunan dört acroteria ya da kaide ile çevrilidir. Chinguetti halkı için cami dahil, şehrin en önemli yapılarını sular altında bırakan mevsim yağmurlarının yanı sıra, tehlikeli çöl de sürekli bir sorun teşkil etmektedir. Yapının çoğu yeri sağlam görünmesine karşın, günümüze kadar gelebilen binanın bundan sonraki nesillere de kalması için caminin korunması ve hasarın önüne geçilmesi için acil önlemlerin alınması gereklidir. Kültür Bakanlığı'nın bir parçası olan Moritanya Antik Kentleri Milli Koruma Vakfı (National Foundation for the Safeguard of Ancient Towns in Mauritania) Direktörü, hükümetin de desteğini alarak, cami için uzun vadeli bir koruma programı uygulamayı ümit etmektedir. İzleme listesi, bu programın geliştirilerek uygulanmasına yardımcı olabilir.
--
Mauritania is a mysterious, little-known Saharan country, where temperatures in the dry desert heat can reach 57˚C (135˚F). Much of the land is dry and inhospitable and many locations are difficult to reach without long journeys in 4-wheel drive vehicles.
Ouadâne, an oasis settlement in the north concealed by waves of coloured sand dunes, contains 3,000 manuscripts and an ancient mosque, justifying its UNESCO World Heritage Site status. Northern Mauritania also contains the seventh holiest city of Islam, Chinguetti. In the Middle Ages, Mauritania hosted the Almoravid movement that spread Islam throughout north Africa. The country has a colourful, indigenous nomad Moorish population.
The coast is an 800km (500 mile) sandy beach, devoid of most vegetation but supporting an astonishingly large and varied population of birds. The Parc National du Banc d'Arguin is a stopover for birds migrating between Europe and Africa.
Though it remains one of the world's poorest countries, exploitation of Mauritania's offshore reserves of oil and natural gas could bring prosperity in the future.
---
Bati Sahara Çölü

col gunduzlerinin sicakligini, gecelerinin serinligini, zamanin durusunu, hayatin kosturmacasindan kopusu, sussuzlugu, yalnizligi, gokteki yildizlari, develerin adimlarini, kumun dokunusunu, sarinin her tonunu, ruzgari, gunesi, Afrika'yi yasamak uzere bir yolculuktur dilegim...
o kutuphanelerini gormek istiyorum, asirlar oncesine gitmek, dokunmaki koklamak, tozlarini silmek, opup basima koymak.
insanlarini tanimak, gozlerinin icine bakmak, onlarla konusmak, ayni sofrada oturmak, onlarin hayatina ufakta olsa bir seyler katmak istiyorum.
gitmek bu sefer Moritanya'ya, Chinguetti'ye (Cinketi mi derdik türkçesine?)
http://en.wikipedia.org/wiki/Mauritania
http://en.wikipedia.org/wiki/Chinguetti
http://www.mauritania-today.com/anglais/tourism/cities/chinguetti/index.html
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/mr.html
http://gezmez.blogspot.com/2008/03/chinguetti-camisi-moritanya.html
http://www.bbc.co.uk/turkish/fooc/story/2008/08/080818_fooc_mauritania.shtml
Çölde kültür vahası
Batı Afrika'daki Moritanya'da, 13 asırlık bir kültür birikimini barındıran iki kütüphane, Fransız televizyoncu Elise Lucet'in girişimleriyle korumaya alındı. İki kütüphanede, 'kum fırtınalarından' geri kalan büyük bir kültür hazinesi var
PARİS - Batı Afrika'da bulunan Moritanya İslam Cumhuriyeti'nde, içinde
8. ve 12. yüzyıllardan kalma kitaplarla birlikte asırlardır kum fırtınalarına karşı koymuş iki kütüphane koruma altına alındı. Moritanya'nın en küçük iki kasabasında bulunan ve çölden geçen kavimlerin arkalarında bıraktığı eserlerle geliştirilen kütüphaneler, dünyanın en değerli kültür hazinelerinden birini barındırıyor.
Arapça ve Fransızca konuşulan ülkenin tek zenginliğinin petrol ya da turizm olduğu düşünülse de Moritanya çölü, gerçek bir kültürel mirasın koruyucusu. Fakat bu, kumların altında gizli kalmış bir kültür. Kendi halkı tarafından korunmayan bu kültür Fransa 3 adlı televizyon kanalında çalışan Elise Lucet öncülüğünde bir grup tarafından koruma altına alındı. Lucet kütüphanelerden birinin bulunduğu Chinguetti adlı küçük kasabayı 1993 yılında Moritanya'ya yaptığı bir gezi sırasında fark etmiş. Yaptığı araştırmalar sonucu buranın çok uzun zaman önce İslamiyetin en büyük yedinci kasabası olduğunu öğrenmiş. Chinguetti, 8. yüzyılda Mekke'ye gitmekte olan pek çok göçebe kavmin uğradığı ve uzun süre konakladığı bir kasabaymış. Kütüphane de kavimlerin oradan ayrılırken arkalarında bıraktıkları eserlerden oluşmuş. Kasabadan zaman zaman onlarca, zaman zaman sadece bir tek sayfa bırakan kavimler geçmiş. Bu sayfalarda çok geniş bir alana yayılan, hemen hemen tüm ülke ve kültürlerden anılar ve bilgiler var. Kütüphane bugünkü haliyle bile pek çok ülkenin tarihine ışık tutabilecek nitelikte.
Diğer kütüphane ise Chinguetti'nin hemen yakınındaki Ouadene kasabasında bulunuyor. Bu kütüphanenin kuruluş tarihi ise 12. yüzyıl olarak tahmin ediliyor. Burası da 12. yüzyıldan itibaren medeniyetin beşiği ve tüccarların da uğrak yeri olmuş ve burada da en az diğer kasabadaki kadar zengin bir kütüphane kurulmuş. Fakat tarihin belki de en değerli eserlerinin bulunduğu bu iki kütüphane de yıllarca maruz kaldıkları nem, böcekler ve özellikle de kum fırtınaları yüzünden neredeyse tamamen yok olmuş.
Çok büyük kum fırtınalarıyla karşı karşıya kalan halk ise bu felaketlerden ancak canlarını ve ailelerinden kalan mallarını kurtarabilmiş. Böylece neredeyse 13 yüzyıllık bir geçmiş, çölde kaybolma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bu kütüphanelerde bunca yüzyılın tarih, sanat, edebiyat, tıp ve astronomi bilgileri var.
İşte Lucet, 13 yüzyıllık bir tarihin belgelerini korumak için Fransız Kültür Bakanlığı'ndan ve UNESCO'dan da destek alan 'Çöl Kütüphaneleri' diye bir dernek kurdu. Bulunabilen 3 bin 450 eser hemen koruma altına alındı. Fakat en önemlisi şu an birer harabe durumunda olan kütüphaneler yeniden restore edilecek ve yüzyıllardır süren efsane devam edecek.
Bin yılı aşkın bir geçmişin belgelerini barındıran kütüphanelerin bu kadar çok yıpranmasının diğer bir nedeni de halkın ilgisizliği. Çölün zor şartlarında yaşayan ve zaman zaman bu yüzden yerleştikleri yerlerden bile kaçmak zorunda kalan
halk, bu taşınmalar sırasında kültürel miraslarından çok ailelerinden kalan mal varlıklarını kurtarmaya çalışmış. (Sygma)
http://www.radikal.com.tr/1999/04/30/yasam/col.html
Chinguetti Camii - CHINGUETTI, MORİTANYA
Batı Sahara'nın sürekli yer değiştiren kumullarıyla sarmalanmış ve zaman zaman neredeyse boğulmuş Chinguetti'nin bu 800 yıllık eski köyü, altın, tuz, hurma ve fildişi yüklü karavanlar için bir antrepo görevi görmüştür. Bir Dünya Mirası Alanı olan Chinguetti, sıra dışı önemli İslami el yazması koleksiyonuna ev sahipliği yapar. On üçüncü yüzyılda kurulduğu tahmin edilen camiinde, dört koridorlu ve iki bölmeli mihrabın yanı sıra, avlusu da bulunan bir dua odası vardır. Mabet en çok, harç olmadan moloz duvar işiyle inşa edilen ve şehrin üzerinde yükselen devasa kare minaresiyle bilinir. Minare, her birinin tepesinde taştan devekuşu yumurtaları bulunan dört acroteria ya da kaide ile çevrilidir. Chinguetti halkı için cami dahil, şehrin en önemli yapılarını sular altında bırakan mevsim yağmurlarının yanı sıra, tehlikeli çöl de sürekli bir sorun teşkil etmektedir. Yapının çoğu yeri sağlam görünmesine karşın, günümüze kadar gelebilen binanın bundan sonraki nesillere de kalması için caminin korunması ve hasarın önüne geçilmesi için acil önlemlerin alınması gereklidir. Kültür Bakanlığı'nın bir parçası olan Moritanya Antik Kentleri Milli Koruma Vakfı (National Foundation for the Safeguard of Ancient Towns in Mauritania) Direktörü, hükümetin de desteğini alarak, cami için uzun vadeli bir koruma programı uygulamayı ümit etmektedir. İzleme listesi, bu programın geliştirilerek uygulanmasına yardımcı olabilir.
--
Mauritania is a mysterious, little-known Saharan country, where temperatures in the dry desert heat can reach 57˚C (135˚F). Much of the land is dry and inhospitable and many locations are difficult to reach without long journeys in 4-wheel drive vehicles.
Ouadâne, an oasis settlement in the north concealed by waves of coloured sand dunes, contains 3,000 manuscripts and an ancient mosque, justifying its UNESCO World Heritage Site status. Northern Mauritania also contains the seventh holiest city of Islam, Chinguetti. In the Middle Ages, Mauritania hosted the Almoravid movement that spread Islam throughout north Africa. The country has a colourful, indigenous nomad Moorish population.
The coast is an 800km (500 mile) sandy beach, devoid of most vegetation but supporting an astonishingly large and varied population of birds. The Parc National du Banc d'Arguin is a stopover for birds migrating between Europe and Africa.
Though it remains one of the world's poorest countries, exploitation of Mauritania's offshore reserves of oil and natural gas could bring prosperity in the future.
---
30 Ağustos 2008 Cumartesi
dunya gocmeni
bir suredir bir dunyali olarak sevgilim istanbul'dan ayırıydım.
e utarit'e de ugramak mumkun olmadi.
bu ayrilik suresince ilginc tecrubelerim oldu.
bir daha dizimi bukmez, bir daha yikilmaz, bir daha sarsilmam sandim.
hatayi kac kere tekrar eder bir insan dedim.
kendini kac kere harcar.
hem kac cani var ki askin :)
ve yine itiraf ediyorum ne yaptiysam kendime yaptim.
ve bir kere daha kiziyorum kendime, sapasaglam tembihliyorum bir daha 3 gece onceki o surati, o hali, gormek istemiyorum!
asla ve katta. herkes kendini dusunmeli ve kurtarmali o zaman kimse kimseye yuk olmaz. hem kimse mutsuz olmaz.
gocmek ne guzel duygu, yalnizlik ne zor. ve sirin akil ne de ucar kacar.
o yuzden ey okur sanma ki herseyi kaldirir, her duydugunu olgunlukla karsilar ve gereekn sabri hemencecik gosterirsin.
kulaginda bu kupeyle izin ver sana yaklasmalarina ve kelimelerini secip konusmalarina o insanlarin. bir fil ise alma zuccaciye dukkanina, sonra o dogustan sahip oldugu ve degistiremeyecegi koca hortumu ve bedeni her yeri paramparca ederken ona kizmaya ne hakkin var!!
e utarit'e de ugramak mumkun olmadi.
bu ayrilik suresince ilginc tecrubelerim oldu.
bir daha dizimi bukmez, bir daha yikilmaz, bir daha sarsilmam sandim.
hatayi kac kere tekrar eder bir insan dedim.
kendini kac kere harcar.
hem kac cani var ki askin :)
ve yine itiraf ediyorum ne yaptiysam kendime yaptim.
ve bir kere daha kiziyorum kendime, sapasaglam tembihliyorum bir daha 3 gece onceki o surati, o hali, gormek istemiyorum!
asla ve katta. herkes kendini dusunmeli ve kurtarmali o zaman kimse kimseye yuk olmaz. hem kimse mutsuz olmaz.
gocmek ne guzel duygu, yalnizlik ne zor. ve sirin akil ne de ucar kacar.
o yuzden ey okur sanma ki herseyi kaldirir, her duydugunu olgunlukla karsilar ve gereekn sabri hemencecik gosterirsin.
kulaginda bu kupeyle izin ver sana yaklasmalarina ve kelimelerini secip konusmalarina o insanlarin. bir fil ise alma zuccaciye dukkanina, sonra o dogustan sahip oldugu ve degistiremeyecegi koca hortumu ve bedeni her yeri paramparca ederken ona kizmaya ne hakkin var!!
Arada Bir
ARADA BİR
Kıyamam,ağlama
Karaları bağlama
Geçer buda geçer
Umuduna darılma
İnsanız arada bir
Dengemiz şaşabilir
Akıl başa dönünce
Yine sevgiye eğilir
Arada bir ben de
Kadere küsüyorum
Esip savurup
Mangalda kül bırakmıyorum
Arada bir bile bile
Aşkı üzüyorum
Yeniliyorum kendime
Kabul ediyorum
Yanıyorum dostlar
Şu sıralar efkarım var
İçimde mahzun şimdi
Hüzünlü,acılı şarkılar
Bir damlayım okyanusunda
Kum tanesiyim kıyında
Unutma ki bu gönül
Divanen aslında
İnsanız arada bir
Dengemiz şaşabilir
Akıl başa dönünce
Yine sevgiye eğilir
TARKAN (METAMORFOZ)
Kıyamam,ağlama
Karaları bağlama
Geçer buda geçer
Umuduna darılma
İnsanız arada bir
Dengemiz şaşabilir
Akıl başa dönünce
Yine sevgiye eğilir
Arada bir ben de
Kadere küsüyorum
Esip savurup
Mangalda kül bırakmıyorum
Arada bir bile bile
Aşkı üzüyorum
Yeniliyorum kendime
Kabul ediyorum
Yanıyorum dostlar
Şu sıralar efkarım var
İçimde mahzun şimdi
Hüzünlü,acılı şarkılar
Bir damlayım okyanusunda
Kum tanesiyim kıyında
Unutma ki bu gönül
Divanen aslında
İnsanız arada bir
Dengemiz şaşabilir
Akıl başa dönünce
Yine sevgiye eğilir
TARKAN (METAMORFOZ)
14 Ağustos 2008 Perşembe
pofur pofur
duduklu tencereye dondum yine...
ustelik patlamak uzereyim bu kez.
kim dayanir bu basinca !!
bir ofiste haftada 45 sa bel kemiginin cani okumak bir yana yapamaz miydim daha faydali yaratici, yeri yerinden oynatacak bir is. oyleki dunyada bir seyler degisemez miydi? bu kadar mi anlamsizim? bu kadar mi beceriksiz? bu degildim ben ya da bir hayal miydi hepsi? olamaz olmamali... ah bir seyler yapmamali oturamayacagim daha fazla.
ya patlayacagim ya da sonup gidecegim bu kadar basit olmamali bir ucuncu yol yok mu nefes alinabilecek?
ustelik baska hayaller, umitler, oysa gercegiyle yuzlesince ne kadar porsumus ve ici bos oldugunu goruyor insan. ne yani yalan mi hepsi.
ey yalan ve eksik dunya, sen elbet bensiz yaparsin peki ya ben sensiz? kendi kendime bir rol yazdim bir tiyatro sahnesi sectim ve bir oyun oynuyorum amma ne sıkıcı oyun. off be ben bile dayanamıyorum seyircim kalmamistir kesin. oysa ne renkler var bu hayatta ne turuncular ne kirmizilar ne pembeler ne yesiller ne maviler. burada ise yer gok gri nereye kadar? ah nereye...
ustelik patlamak uzereyim bu kez.
kim dayanir bu basinca !!
bir ofiste haftada 45 sa bel kemiginin cani okumak bir yana yapamaz miydim daha faydali yaratici, yeri yerinden oynatacak bir is. oyleki dunyada bir seyler degisemez miydi? bu kadar mi anlamsizim? bu kadar mi beceriksiz? bu degildim ben ya da bir hayal miydi hepsi? olamaz olmamali... ah bir seyler yapmamali oturamayacagim daha fazla.
ya patlayacagim ya da sonup gidecegim bu kadar basit olmamali bir ucuncu yol yok mu nefes alinabilecek?
ustelik baska hayaller, umitler, oysa gercegiyle yuzlesince ne kadar porsumus ve ici bos oldugunu goruyor insan. ne yani yalan mi hepsi.
ey yalan ve eksik dunya, sen elbet bensiz yaparsin peki ya ben sensiz? kendi kendime bir rol yazdim bir tiyatro sahnesi sectim ve bir oyun oynuyorum amma ne sıkıcı oyun. off be ben bile dayanamıyorum seyircim kalmamistir kesin. oysa ne renkler var bu hayatta ne turuncular ne kirmizilar ne pembeler ne yesiller ne maviler. burada ise yer gok gri nereye kadar? ah nereye...
12 Ağustos 2008 Salı
101 Ways to Make Every Second Count
i wanna avoid prejudice and read this "101 Ways to Make Every Second Count" abstract.
but see what it says at the very first page: "Clutter is your enemy."
come on man! clutter is my lifestyle.
but see what it says at the very first page: "Clutter is your enemy."
come on man! clutter is my lifestyle.
zehir zemberek
vay anam vay halime!
hosgorun iyi oldugumu soylemek durumundayim
hem de cok iyi, hic olmadigim kadar.
gormek insanlairn gercek yuzunu soguk bir dus gibi, herkesi kendin gibi sanan kucuk budala uyaniverdi!
konusmayayim diyorum, agzimda aci bir tat, ceften nar kabugu dedikleri buna mi benzer yoksa?
en iyi bayramlik agzimi acmadan susmak :)
hosgorun iyi oldugumu soylemek durumundayim
hem de cok iyi, hic olmadigim kadar.
gormek insanlairn gercek yuzunu soguk bir dus gibi, herkesi kendin gibi sanan kucuk budala uyaniverdi!
konusmayayim diyorum, agzimda aci bir tat, ceften nar kabugu dedikleri buna mi benzer yoksa?
en iyi bayramlik agzimi acmadan susmak :)
vizir vizir
hep sevdiklerimden, mutluluk verenlerden bahsederken nereden de cikti bu, son gunlerde yigilan kara bulutlarin golgesinden olsa gerek.
viziritiyahic tahmmulum yok, ne idugu belirsiz bir mirilti, hirilti, patiriti, anlamsiz bir ugultu...
eksik olsun
lafin varsa acik ve net ifade et!!
Aziza Mustafa Zadeh'nin piyano tuslarina dokunusu, Gaugin'in ayak sesleri, van Gogh'un fırça darbeleri gibi.
Lafin neyse soyleyecek cesaretin olsun!
ne bu korkaklik, artik midem almiyor...
viziritiyahic tahmmulum yok, ne idugu belirsiz bir mirilti, hirilti, patiriti, anlamsiz bir ugultu...
eksik olsun
lafin varsa acik ve net ifade et!!
Aziza Mustafa Zadeh'nin piyano tuslarina dokunusu, Gaugin'in ayak sesleri, van Gogh'un fırça darbeleri gibi.
Lafin neyse soyleyecek cesaretin olsun!
ne bu korkaklik, artik midem almiyor...
sizi gidi sizi
...siz
kimsenin elini uzatmadığı
sadece bana ozel olan
zamansız mekansız
sahipsiz göz yaşlarımdı
uzak uzak diyarların
ve mutluluk vadisinin
hayalini kurarken
sensiz
bensiz ve onsuz
kimsesiz
unutulmuş dostlarımdı dökülen
pasaklı sokak kedileri gibi ürkek
basıldıpnda çıtırdayan sonbahar yaprakları gibi solgun
sorulacaktır hesabı
dökülmeyen yaşların
yakılmayan ağıtların
vahşilerin son dansıydı bu en çok acıtan
bitmeyen ve bittiğinde anlaşılmayan
son dansı
destansı
bir vahşetti bu
~~~
aslinda yazdiklarima siir demeyi fazla iddali buluyorum.
gel gor ki adina siirin zaman tanimazligi ve evrenselligi mi dersin, dusuncenin zamandan mekandan bagimsiz gercekligini korumasi mi dersin bilemem.
yukaridaki misralarla baslayan bir hikaye yasdaim, ustelik onlari yazarken neden sonunda bir vahsete degindigimi hic anlamamistim, ilhamin getirdigi etkileyici bir bitisti tek anlami o zmanlar.
oysa yasadigim hikayenin sonu oldu bu satirlar.
"kimsenin elini uzatmadığı
sadece bana ozel olan" kismi bir kere hayat geldi, bir metalin uzerinde "stainless steel" yaziya dokuldu, avuca sigdi.
sonra destansi bir vahset yasandi.
bitmeyen ve bittiğinde anlaşılmayan...
salah baba kizma huzun degil bu belki sadece realite ve ey yabanci "bu kadar dram yeter" diyerek hor gormeyi tercih etmek sana kolay geliyorsa keyfin bilir!
drammis, yok trajedi en iyisi komedya diyelim.
kendim yazip kendim oynuyorum var mi bir diyecegin?
en azindan sanat yapiyorum....
ah insanlik bu kadar zalim olmak zorunda miydin?
savaslara son!
kimsenin elini uzatmadığı
sadece bana ozel olan
zamansız mekansız
sahipsiz göz yaşlarımdı
uzak uzak diyarların
ve mutluluk vadisinin
hayalini kurarken
sensiz
bensiz ve onsuz
kimsesiz
unutulmuş dostlarımdı dökülen
pasaklı sokak kedileri gibi ürkek
basıldıpnda çıtırdayan sonbahar yaprakları gibi solgun
sorulacaktır hesabı
dökülmeyen yaşların
yakılmayan ağıtların
vahşilerin son dansıydı bu en çok acıtan
bitmeyen ve bittiğinde anlaşılmayan
son dansı
destansı
bir vahşetti bu
~~~
aslinda yazdiklarima siir demeyi fazla iddali buluyorum.
gel gor ki adina siirin zaman tanimazligi ve evrenselligi mi dersin, dusuncenin zamandan mekandan bagimsiz gercekligini korumasi mi dersin bilemem.
yukaridaki misralarla baslayan bir hikaye yasdaim, ustelik onlari yazarken neden sonunda bir vahsete degindigimi hic anlamamistim, ilhamin getirdigi etkileyici bir bitisti tek anlami o zmanlar.
oysa yasadigim hikayenin sonu oldu bu satirlar.
"kimsenin elini uzatmadığı
sadece bana ozel olan" kismi bir kere hayat geldi, bir metalin uzerinde "stainless steel" yaziya dokuldu, avuca sigdi.
sonra destansi bir vahset yasandi.
bitmeyen ve bittiğinde anlaşılmayan...
salah baba kizma huzun degil bu belki sadece realite ve ey yabanci "bu kadar dram yeter" diyerek hor gormeyi tercih etmek sana kolay geliyorsa keyfin bilir!
drammis, yok trajedi en iyisi komedya diyelim.
kendim yazip kendim oynuyorum var mi bir diyecegin?
en azindan sanat yapiyorum....
ah insanlik bu kadar zalim olmak zorunda miydin?
savaslara son!
11 Ağustos 2008 Pazartesi
leyla
Benim adım Mecnun
Senin adın Ley ley ley ley ley Leyla
Önce kalbimi çaldın
Sonra yaktın da bıraktın
Kırdın yıktın ahhh
Yaktın da bıraktın
Beni yaktın da bıraktın
Adı biraz delilikse bunun
Biraz da uçurum ah uçurum
Ley ley ley leyla leyla ley ley leyla
Seni ben ölümüne sevdim
Aşkından öldüm bittim
Hayat alınca seni ellerimden
Bir gün olsun bile ben ona küsmedim
Benim adım Mecnun
Senin adın Ley ley leyla ley ley Leyla
Önce kalbimi çaldın
Sonra yaktın da bıraktın
Kırdın yıktın ahhh
~~~~
turkulere konu olan kustur
huma kuşu yükseklerden seslenir
yar koynunda bir çift suna beslenir
sen ağlama kirpiklerin ıslanır
ben ağlimki belki gönül uslanır
sen bağ ol ki ben bahçende gül olim
layıkmıdır yanim yanim kül olim
sen bey ol ki ben kapında kul olim
koy desinler bu da bunun kuludur
Senin adın Ley ley ley ley ley Leyla
Önce kalbimi çaldın
Sonra yaktın da bıraktın
Kırdın yıktın ahhh
Yaktın da bıraktın
Beni yaktın da bıraktın
Adı biraz delilikse bunun
Biraz da uçurum ah uçurum
Ley ley ley leyla leyla ley ley leyla
Seni ben ölümüne sevdim
Aşkından öldüm bittim
Hayat alınca seni ellerimden
Bir gün olsun bile ben ona küsmedim
Benim adım Mecnun
Senin adın Ley ley leyla ley ley Leyla
Önce kalbimi çaldın
Sonra yaktın da bıraktın
Kırdın yıktın ahhh
~~~~
turkulere konu olan kustur
huma kuşu yükseklerden seslenir
yar koynunda bir çift suna beslenir
sen ağlama kirpiklerin ıslanır
ben ağlimki belki gönül uslanır
sen bağ ol ki ben bahçende gül olim
layıkmıdır yanim yanim kül olim
sen bey ol ki ben kapında kul olim
koy desinler bu da bunun kuludur
derin sularda
ve finitto varsa eger bir damla istek, kaldiysa en ufak bir parca o koskoca asilmaz sevgi selinden, iste o da buhar olup uctu gitti.
bu kadar israrli bir kararsizlik karsisinda gurur asikin boynunu vurdu gitti.
iyi de oldu sanki, beyin bir oh cekti, ruha bir dinginlik geldi, dudaklara eski haline bakan mustehzi bir gulumseme...
belki gozler yasla doldu, belki kalp paramparca, belki cigeri cozurdadi, ama umulur ki son bir defa.
artik bu kulu de yakip gececek bir yangin olmaz herhal dusuncesinin ferahligi merhem olmaya calisti kanayan, yanan, aciyan yaraya. artik vakit nasir tutma, kabuk baglama vaktidir diye bir umut, tutunur belki bir kere daha hayata.
ve elbette bir kacma arzusu, yine delicesine gitme, oysa her seyi birakmamis miydi, guneyde, ne var ne yok yazip bir tasin ustune firlatmamis miydi akdenize.
derin sularda bogulup gideli huzun cok olmamis miydi?
bu kadar israrli bir kararsizlik karsisinda gurur asikin boynunu vurdu gitti.
iyi de oldu sanki, beyin bir oh cekti, ruha bir dinginlik geldi, dudaklara eski haline bakan mustehzi bir gulumseme...
belki gozler yasla doldu, belki kalp paramparca, belki cigeri cozurdadi, ama umulur ki son bir defa.
artik bu kulu de yakip gececek bir yangin olmaz herhal dusuncesinin ferahligi merhem olmaya calisti kanayan, yanan, aciyan yaraya. artik vakit nasir tutma, kabuk baglama vaktidir diye bir umut, tutunur belki bir kere daha hayata.
ve elbette bir kacma arzusu, yine delicesine gitme, oysa her seyi birakmamis miydi, guneyde, ne var ne yok yazip bir tasin ustune firlatmamis miydi akdenize.
derin sularda bogulup gideli huzun cok olmamis miydi?
7 Ağustos 2008 Perşembe
saglam temeller
olmadan olmaz!
metruk bir evden hayallerinizi yasam mekanini olusturmaniz dahi mumkun, lakin bunun dahi vardir bir on sarti, bir olmazsa olmazi.
dokulen sivalari kaldirip boyanir duvarlar, yenilenir kapilar, camlar, yerin dosemesi degistirilir, mutfaga banyoya en alasindan mermerler dosenir. her bir kosecegi itina ile suslenir püslenir.
peki ya saglam degilse temeller, ya tasiyici kolonlar gorusmusse telafisi imkansiz hasarlar. ya en ufak bir titreyisde yikilmaya meyyel ise yapi?
e canimin ici ne diye hala ugrasa durursun duvara asacagin tablolarin yerlerini ayarlamakla, kose bucagin tozunu almakla. e benim saftirigim esecek kuvvetlisinden bir ruzgar kalcaksi curumus ahsap tahtalar altinda. boyle de olmaz ki bir tanem.
azicik mantik azicik insaf. once bir bak bu metruk evin var midir omru, var midir bastan asagi restorasyon yapmaya ihtimal ve mumkun mudur? butcen yeter mi?
azicik sapkani onune koy, mantigini yanina al da, dusun bir...
ugrasma cacik olmayacak hiyarla!
metruk bir evden hayallerinizi yasam mekanini olusturmaniz dahi mumkun, lakin bunun dahi vardir bir on sarti, bir olmazsa olmazi.
dokulen sivalari kaldirip boyanir duvarlar, yenilenir kapilar, camlar, yerin dosemesi degistirilir, mutfaga banyoya en alasindan mermerler dosenir. her bir kosecegi itina ile suslenir püslenir.
peki ya saglam degilse temeller, ya tasiyici kolonlar gorusmusse telafisi imkansiz hasarlar. ya en ufak bir titreyisde yikilmaya meyyel ise yapi?
e canimin ici ne diye hala ugrasa durursun duvara asacagin tablolarin yerlerini ayarlamakla, kose bucagin tozunu almakla. e benim saftirigim esecek kuvvetlisinden bir ruzgar kalcaksi curumus ahsap tahtalar altinda. boyle de olmaz ki bir tanem.
azicik mantik azicik insaf. once bir bak bu metruk evin var midir omru, var midir bastan asagi restorasyon yapmaya ihtimal ve mumkun mudur? butcen yeter mi?
azicik sapkani onune koy, mantigini yanina al da, dusun bir...
ugrasma cacik olmayacak hiyarla!
5 Ağustos 2008 Salı
celiski
huzne veda diyeli yazacak bir sey bulmadik :)
mutluluk sahillerine acilalim ey dostlar, durmamamcasina...
diyip yola koyulmak, "yelkenler fora!" nidasiyla cosmak isterdim ya gercekler uzerine iki uc kelime geldi takildi bogazima:
yapmam gerekenler, yapmak istediklerim ve yaptiklarim !!
azicik baglanti/benzerlik olmaz mi?
olsun varsin dun huzne veda babinda butun kurtlarimi doktum :)
mutluluk sahillerine acilalim ey dostlar, durmamamcasina...
diyip yola koyulmak, "yelkenler fora!" nidasiyla cosmak isterdim ya gercekler uzerine iki uc kelime geldi takildi bogazima:
yapmam gerekenler, yapmak istediklerim ve yaptiklarim !!
azicik baglanti/benzerlik olmaz mi?
olsun varsin dun huzne veda babinda butun kurtlarimi doktum :)
3 Ağustos 2008 Pazar
uzun lafin kisasi
bir fakir "asik uslanmaz bir budaladir" diyivermis
Vicki Baum ise "doga felaketlerinin en buyugu budalaliktir" buyurmus.
oyleyse "ask doga felaketlerinin en buyugudur" desek, nasil olur?
:)
Vicki Baum ise "doga felaketlerinin en buyugu budalaliktir" buyurmus.
oyleyse "ask doga felaketlerinin en buyugudur" desek, nasil olur?
:)
Ask uzerine okunasi 50 kitap...
"AŞKIN ASLI
CAN BAHADIR YÜCE
Elli unutulmaz aşk kitabını seçtik. Milena’ya Mektuplar'dan Yunus Emre Divanı’na, Huzur’dan Neşideler Neşidesi’ne, Anna Karenina'dan Leylâ ile Mecnun’a kadar, aşka farklı pencerelerden bakan 50 kitap!
Mutlu aşk yoktur” klişesini (ya da gerçeğini) şöyle rötuşlamıştı Rougemont: “Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.” Yazı tarihinden 50 aşk kitabını seçmeye çalışırken, bir kere daha öğrendiğimiz şey, bu değişmez yargı oldu. Fuzûli’den Thomas Mann’a kadar, mutlu aşkın tarihini yazmamıştır hiç kimse. Böyle de olsa, elli kitabı belirlemek, bizim için kolay bir süreç değildi. Mutsuz aşklar denizinden, aşkın farklı görünümlerini ortaya koyan yapıtları seçmeye çabaladık. Yeterince ‘görülmeyen’ sahih aşk kitaplarıyla eskimez başyapıtları bir araya getirdik. Her seçim -tıpkı aşk gibi- özneldir; bizimki de öyle oldu. Öte taraftan, bu denli zor bir seçime girişmek, beraberinde bir başka soruyu getiriyor: Nedir aşk kitabı? Bir yerde, Necatigil’in Zebra’sı (“bir otel otello”!) ya da Kundera’nın Şaka’sı da aşk kitabı değil midir? Bu düğümü çözmeye çalışmak yerine, ‘ilk anlamıyla’ aşk kitaplarından oluşturduk listemizi.
Bu türden bir liste, dışarıda bıraktıklarıyla da rengini belli eder: Leyla Erbil’den Mektup Aşkları’nı, Pınar Kür’ün Yaz Gecelerinde Keman öyküsünü, Çalıkuşu’nu, Hyperion’u, Binbir Gece Masalları’nı, Dickens’ın Büyük Umutlar’ını, Lady Chatterley’in Sevgilisi’ni, Yerçekimli Karanfil’i vs. vs. çok istediğimiz halde oluşturduğumuz 50 kitaplık ‘kısa’ listeye dahil edemedik, örneğin. Aşk bir yaşam sorunu, estetiğin ve şiirin alanında olduğu için Schopenhauer ve Barthes’ın yapıtları, Ovidius’dan Aşk Sanatı, Stendhal’dan Aşk Üstüne ve Geraldy’den Aşk gibi, konuyu kavramlarla irdeleyen kitaplar -birkaç istisna hariç- dışarıda kaldı. Aşkın 50 farklı durumuna odaklandığını düşündüğümüz 50 kitabın neden listede var olduğunu aşağıda okuyacaksınız. Seçtiklerimiz, aşkın karşı konulamaz bir efendi, bazen bir aldatmaca bazen kurtarıcı olduğunu; bir tür efendi-köle ilişkisi sayılabileceğini, yakıcı bir mutlak tutkuyu taşıdığını ve bazen de yıkım olabileceğini yeterince anlatıyor zaten.
1) Kerem ile Aslı
(Yazgı olarak aşk)
Her aşk yanmakla başlar; Kerem ile Aslı’nınki yanarak tükenmekle bitiyor. Atasözlerine bile konu olan, külleri birbirine karışan bu iki âşığın destanından beri artık “Kerem derdi, Aslı derdi, dil derdi” vardır. Kerem, Ermeni keşişin güzel kızının peşinde dağları aşar. Aslı, Kerem’in küllerini toplarken saçları tutuşunca yanar. Halk edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”u da sayılabilecek bu hikâye, hem maddî hem mistik aşkın, yeri gelince de ‘din aşkı çatışması’nın göz alıcı bir örneğidir. Kerem’i, aşkı kader olarak gördüğü için severiz. Âşık öznenin derin iç çatışması bir yana, Kerem ile Aslı’dan öğrendiğimiz değişmez bir gerçek daha var: Trajik olan aslında tek taraflı aşk değil; ‘engellenmiş’ karşılıklı aşktır.
2) Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar
(Bir İstanbul masalı olarak aşk)
Huzur, edebî niteliğiyle olduğu kadar en güzel İstanbul masalı olduğu için de âşıklar için vazgeçilmez. Mümtaz’ın Nuran’a karşı hissettiği şey, tutkulu bir aşkın ötesinde, bir dönem İstanbul’una, neredeyse ‘Boğaziçi medeniyeti’ne açılan bir penceredir. Mümtaz, ‘bir yığın imkân arasından Nuran’ı’ seçmiş ve bu hikaye Tanpınar’ın üslubuyla ölümsüzleşmiştir. Huzur, defalarca dönülmesi gereken bir başyapıt.
3) Sevgili Milena - Franz Kafka
(Kurtarıcı olarak aşk)
Kafka ile Milena’nın soylu aşkı da başka bazı büyük aşklar gibi sadece mektuplarda kaldı. “Senin” diye imzaladığı mektuplarında şöyle diyordu Kafka: “Adımı da yitirdim! Küçüle küçüle ‘Senin’ kaldı yalnız.” Bu aşkta kurtarıcı Milena’dır: “Karşındakini yalnız varlığınla kurtarabilirsin, başka hiçbir şeyin yararı yoktur.” İşte aşk, bazen kurtarıcı oluyor. Edebiyat tarihinin bu en sarsıcı aşk mektuplarını, özellikle Adalet Cimcoz’un çevirisinden okumalısınız.
4) Güvercin Gerdanlığı - İbn Hazm
(Deneyim olarak aşk)
Aşkı ‘teori’ kitaplarından değil de edebiyat yapıtlarından okumak en doğrusu. Fakat İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı bu yargıdan ayrı tutmak gerekiyor. “Aşk doğuştandır,” diyen İbn Hazm, yazı tarihinin en soğukkanlı ve aynı zamanda en lirik yapıtlarından birini bıraktı arkasında. Aşkı şöyle anlatıyor: “Bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider.” İbn Hazm, aşkın belirtilerini şöyle sıralıyor: “İlki, sevgiliyi derinden derine seyre dalmaktır. Sevgilinin bulunduğu yere gitmekte ivedilik etmek, onun yanına oturmanın yollarını aramak, sevgiliden ayrılmayı gerektirecek her türden ciddi durumu hesaba katmamak, sevdiğinin adını kendi kendine tekrarladıkça bundan hoşlanmak… Öyle anlar olur ki, gerçekten birine içtenlikle tutulan kişi büyük bir iştahla yemeğe başlar. Ama sevgilisi hatırına gelirse o anda, artık yiyecekler boğazından ileriye geçmez.(…) Gözyaşları da aşkın belirtisidir.” Şu hadis-i şerifi alıntılamayı da ihmal etmiyor İbn Hazm: “Bir kimse âşık olsa, aşkını namusunu lekelemeden korusa ve ölse, o şehittir.”
Güvercin Gerdanlığı, ölümden güçlü olan şeyin, bize ölümü göze aldıran şey olduğunu öğretiyor. Bu kitabı okumadan, aşk bilgimiz eksik kalacaktır.
5) Genç Werther’in Acıları - Johann Wolfgang von Goethe
(Yıkım olarak aşk)
Tutkulu aşkın görkemli klasiği Genç Werther’in Acıları yazıldıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. (Werther’i okuduktan sonra intihar etmek istemeyen âşık var mı?) Bu yapıtı, sadece platonik bir aşk hikâyesine indirgemek hata olur. Yine de, ortada böylesine bir aşk varsa, sanatsal bütünlüğün ikinci planda kalması kaçınılmaz oluyor. Parmağı dikkatsizlikle Lotte’nin parmağına değdiğinde bile bundan derin anlamlar çıkaran Werther! Sonsuza dek üzgün genç âşıkların hüzünlü sembolü olarak kalacak…
6) İlâhi Aşk - İbn Arabî
(Yüksek perdeden aşk)
“…Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makamdır. Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır…” alıntısıyla başlar İlâhi Aşk. Sevginin, temellerinden yanıltmalarına kadar farklı düzeylerini okuruz. “Varlık bir harftir, sen onun anlamısın” dizesinde anlatılan hâle doğru yol alırız. ‘Yükseklerde yalnız uçan kartal’ İbn Arabî’den yakıcı ve yüksek perdeden bir ilân-ı aşk…
7) Beyaz Geceler - Fyodor Dostoyevski
(Teselli olarak aşk)
İyimser aşkın el kitabı… Sonunda kavuşmak olmasa da her aşk kendince bir mutluluk değil mi? Kahramanımızın sevgili Nastenka’ya duyduğu aşkta, topu topu dört gecenin hatırası vardır. Ama bu yeterlidir işte… Dostoyevski’nin romanı bitirirken söylediği gibi, “Bir anlık mutluluk! Koca bir insan ömrü içinde bu kadarı bile yetmez mi!”
8) Hüsn-ü Aşk - Şeyh Galib
(Bir yolculuk olarak aşk)
Güzellik olmadan aşk olmaz. Şeyh Galib, Aşk’ın Hüsn’e (güzellik) yolculuğunu olağanüstü sembollerle anlatıyor. Aşk ile Hüsn’ün doğuşlarından “edeb” mektebinde dinlenmelerine, oradan da çileli aşklarına kadar bir dil ve imge ziyafeti. Bu serüvende Aşk, belâları kabul eder, yolu gam harabelerinden geçer, perişan hallere düşer ve sonunda Hüsn’ün delisi olur. Yolculuğun sonunda Aşk’ın vardığı yer Hayret’tir ve şöyle der Galib Dede: “Bundan ötesi değil nümâyân” (sonrası göze görünmüyor). Aşk Hayret’e varır, susulur. Her aşk yolculuğunun mumdan kayıklarla ateş denizlerini geçmek olduğunu bir kere daha anlarız…
9) Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
(Dram olarak aşk)
Edebiyatta genel nitelemelerin yanlışlığına iyi bir örnek: ‘Toplumcu’ Sabahattin Ali, ‘bireysel’ tutkuyu en iyi anlatan romanlardan birini yazmıştır. Kürk Mantolu Madonna’da Raif Efendi’nin bir Alman kadına duyduğu ‘tarifsiz kederler içindeki’ aşk vardır. Romanın son cümlesini okuyunca, yeryüzündeki mutsuz aşkların hayaletlerini üstünüzde hisseder, ağlamak istersiniz. Raif Efendi’nin Maria’ya seslenişi nasıl da ürperticidir: “Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?” Böyledir büyük yapıtlar, hep kaybedişlerden geriye kalanlardır.
10) Anna Karenina - Lev Tolstoy
(Bedel olarak aşk)
Anna’nın aşkı hangisidir? “Köleleştirici aşk” mı, “adayıcı aşk” mı? Yoksa Anna Karenina, aşkta engel ne kadar büyükse aşkın da o kadar büyük olduğunun apaçık bir kanıtı olarak mı okunmalı? Ne denirse densin, bu büyük klasikte, aşka ilişkin bütün çağrışımlar bir aradadır: Özgürlük, tekdüzeliği kırmak, ikilemler ve sonunda ölüm… Aşkın iki kişilik olmadığı kesindir. Tolstoy’un açıkça gösterdiği şey, Adorno’nun söylediğidir biraz da: “Aşk da toplumsal olarak dolayımlanır.” Anna, aşkının bedelini ödemiştir. Şunu unutmamak gerek: Tutkunun peşinden gitmek, ancak bedeli ölüm olunca, kitlelerin gözünde temize çıkabiliyor.
11) Sekizinci Mektup (Mektûbat) - Bediüzzaman Said Nursi
(Şefkat ve aşk)
Soğukkanlı bir aşk-şefkat karşılaştırması. Bediüzzaman, Sekizinci Mektup’ta şefkatin aşktan ne kertede üstün olduğunu Kur’ân’la temellendiriyor. Hazret-i Yakup’un Hazret-i Yusuf’a karşı duyduğu şeyin aşk değil şefkat; Züleyhâ’nın hissettiklerinin ise aşk olduğunu hatırlatarak bir derecelendirme yapıyor: Kur’ân’a göre Hz. Yakup’un hissiyatı Züleyhâ’nınkinden ne kadar yüksekse, şefkat de aşktan o kadar üstündür. Sekizinci Mektup’u okuduktan sonra bu değişmez gerçeğin iç rahatlığını mı yaşamalı, yoksa burukluğunu mu duymalı?
12) Aylak Adam - Yusuf Atılgan
(İhtimal olarak aşk)
‘Aşk romanı’ deyince akla sadece somut bir aşk hikâyesinin anlatıldığı bir metin geliyorsa, Aylak Adam, aşk romanı değildir. Ama ilk cümleleri okuduğumuzda ürpeririz: “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.” C.’nin peşinden gittiği şey, bir aşktan öte, aşksız olmayan bir dünyadır. Bunun kendince yollarını bile bulur. Ama olmaz. Romanın sonunda dendiği gibi; “Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.” Aylak Adam, aşkın -ya da aşksızlığın- yürek burkan hikâyesidir. Peki, aylaklık ile aşk arasında sırlı bir bağ var mıdır? Evet, vardır!
13) Kızıl ile Kara - Stendhal
(Tükeniş olarak aşk)
Büyük bir aşk romanı, aslında tam da aşk romanı olmayan yapıttır; tıpkı “Kızıl ile Kara” gibi. Genç Julien Sorel’in ruhundaki çalkantılarla dönemin Fransa’sındaki çalkantıları bir arada okuruz. Stendhal’ın Don Juan’dan bol bol alıntı yaptığı romanına koyduğu epigraf çarpıcıdır: “Gerçek, şu acı gerçek.” Satırlar boyunca Julien’e bazen acır, bazen kızarız. Büyük aşkların sadece hayatta birer kazadan ibaret olduğunu kabul etmediği için severiz de onu. Ancak Madam de Renal’a karşı beslenecek tek duygu, saygıdır. Aşk, iki sevgiliyi de tüketir. Hilmi Yavuz’un bir dizesiydi: “julien ne söyledi madam renal’a”. İşte bu dizenin arkasında çok şey yatıyor.
14) Venedik’te Ölüm - Thomas Mann
(Bir ölüm türü olarak aşk)
Yan yana gelmesi tehlikeli, fakat kaçınılmaz üç sözcük: Aşk, sanat, ölüm… Thomas Mann, aşkın yazgısını bu sözcükler üzerinden kurcalıyor. Ünlü yazar Aschenbach’ın olağanüstü güzel Tadzio’ya duyduğu derin aşk, sanatçının çıkmazı ve hüzünlü bir ölüm… “Motus animi cotinuus”u (ruhun daimi hareketi) daha iyi anlamak için bir yol açıcı kitap…
15) Dîvân-ı Kebîr - Mevlâna Celâleddin Rûmî
(Âb-ı hayat olarak aşk)
“Ben ol da bil aşkı” demişti Mevlânâ. Nerededir aşk? Bir magma gibi taşıp durduğu Divân-ı Kebîr’dedir: “Âşık dediğin de benim gibi olmalı! Öyle mest, öyle kendinden geçmiş olmalı ki, ne halkla uzlaşmalı, ne de kendisine bir hayrı dokunmalı! / Aşk âb-ı hayattır; seni ölümden kurtarır! Kendisini tamamıyla aşka veren kişi ne mutlu kişidir!”
16) Aşk-ı Memnû - Halid Ziya Uşaklıgil
(Yasak aşk)
Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnû’su, tam da yasak olan bir kıvılcımla yaktığı için belki de, Türk edebiyatının en trajik aşk romanı olma vasfını hâlâ koruyor. Romanın trajik öğesi, trajik sonuna da sebep olan, iç içe geçmiş diğer aşklarla çevrili “yasak olan aşk”tır, yani Bihter’in Behlül’e “yeni, imkânsız ve tehlikeli” olana aşkıdır. Edebiyat tarihi, yasak aşkları hep aynı sona mahkum etti: Nasıl ne Bovary, ne Anna kurtulamadıysa nihayet yasak aşkın pençesinde yanmaktan, Türk edebiyatında kadının keşfedildiği ilk eser sayılabilecek Aşk-ı Memnû’nun Bihter’i de bu trajik sondan kurtulamayacaktır. Ve nasıl tam da bu sebepten Anna Karenina Rus edebiyatının, Madame Bovary Fransız edebiyatının mihenk taşı olmayı sürdürüyorsa, Aşk-ı Memnû da Türk edebiyatı için ateşin bulunduğu nokta olacaktır. Aşkın şöyle tanımlandığı bir roman: “Kalplerimizde bazı illetler vardır ki, vücudun tamamıyla ensicesine hulûl ettikten sonra keşfolunamayan hâfî emrâza mahsus bir nüfuz hıyanetiyle kendisini göstermeden, tahriplerini haber vermeden, derûnî bir yangın dumansızlığıyla yanar, yanar; bu bir ateştir ki mahiyetini bilmeyiz; vücudundan haber almayız; o yavaş yavaş vazifesinden emin, devam eder; nihayet bir gün birdenbire, bir hiç, bir dakikalık bir vukuf bize gösterir ki kalbimizde bir yangın var. Nedir? Nereden tevellüt etmiştir? Bu yangın nasıl bir serseri rüzgârın kanatlarıyla düşerek orasını tutuşturmuştur? Bilemeyiz.”
17) Divan - Yunus Emre
(Kılavuz olarak aşk)
Yunus Emre’den bu yana biliyoruz: “devletli nesnedir aşk” ama aynı zamanda “firkatli nesnedir”. Aşk gelicek cümle eksikler biter, böyle söyler Yunus. Ona göre, “Aşksız âdem dünyada belli bilin ki yoktur.” Mecazî aşktan gerçek aşka geçişte bir kılavuz dur. Âşık olmayan kişiyi taşa benzeten Yunus Emre’nin en çok da şu dizesi: “Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka göz ü kaş gelir”. Tek dize bütün bir aşk yolculuğunu anlatmıyor mu?
18) Eylül - Mehmed Rauf
(Masumiyet olarak aşk)
Eylül'le anılan bir aşkın gideceği yer tükenişten başka neresidir? Suad ile Necib'in, birbirine ancak alıkonulmuş bir eldiven tekiyle ifşa edebildikleri ‘yasak aşk'ları, masumiyetini belki de ruhların müellifi, kalplerin merhemi musikiye borçluydu. ‘İnsafsız rüzgâr’, ‘muannid yağmur’ yalnız o güzel yazın ertesindeki ayın değil, onların ruhundaki çöküşün de adıydı. O aşk ki belki bir yangında kavrulursa tamama ererdi. İkisi aynı ateşte yandılar, zaten bir kere yanmışlardı!
19) Vadideki Zambak - Honore dé Balzac
(Sığınak olarak aşk)
Bir aşk kitapları listesine pekâla Balzac’ın mektupları da alınabilirdi. Ama roman sanatının yüz aklarından Vadideki Zambak’ta adı geçen Félix de Vandenesse, Balzac’tan; Henriette de Mortsauf da Balzac’ın hayatında önemli yeri olan Madame de Berny’den başkası değildir zaten. Romanda anlatılan, yine ikilemler içindeki bir kadınla, bütün yıkımları başını onun dizine koyarak gidermek isteyen âşığın hikayesidir. Bir de Balzac, romanın başında evrensel bir ders verir: “Bizi sevdiğinden çok kendisini sevdiğimiz kadının üstünlüğü, sağduyu kurallarını bize her zaman unutturmasıdır.” Türkçede Cemal Süreya çevirisi olduğunu da düşününce, Vadideki Zambak’ı okumak şart oluyor.
20) Mantık Al-Tayr - Feridüddin-i Attar
(Bülbül hastalığı olarak aşk)
Feridüddin-i Attar, otuz kuşun yolculuğunu anlatırken, geride, Allah ve Peygamber aşkına dair, yüzyıllardır tazeliğinden bir şey yitirmeyen metinler bırakmıştır. Mantık Al-Tayr’ın sarsıcı sözcükleri, ‘bülbül hastalığı’ olarak tanımlar aşkı. Sır, hüthütün öteki kuşlara verdiği cevaplarda saklıdır. Hüthütün dudu kuşuna verdiği cevapta örneğin: “Can, sevgiliye verilmek içindir.. ancak bunun için işine yarar. Can verirsin de bir an olsun sevgiliye kavuşursun. Âb-ı hayat istiyorsun, fakat canını da seviyorsun.. yürü be… Canını ne yapacaksın? Ver sevgiliye!”
21) Ağrıdağı Efsanesi - Yaşar Kemal
(Ağıt olarak aşk)
“Her yıl Ağrıdağı’nda bahar gözünü açtığında, çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağı’nın güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrıdağı’ nın harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağı’nın öfkesini çalmağa başlarlar. (…) Bu arada, tam gün kavuşurken gölün üstünde kar gibi ak küçücük bir kuş dönmeğe başlar. Gölün üstünde bütün hızıyla uçan kuş göle şimşek gibi çakılırcasına iner, bir kanadını suyun mavisine daldırır kalkar. Böylece üç kere daldırır, sonra da uçup gider, gözden ırar, yiter. Ak kuştan sonra çobanlar da sessiz, birer ikişer oradan ayrılır, karanlığa karışır çekilir giderler.” Sonra… Yaşar Kemal, Gülbahar ile Ahmed’in büyük destanını anlatmaya başlar.
22) Malina - Ingeborg Bachmann
(Dünyaya karşı duruş olarak aşk)
Malina, kuşkusuz bir ‘aşk kitabı’ değildir ama belki de aşk kitaplarının en yakıcısıdır. “Parola, Ivan.” der Malina, “Ve hep, hep Ivan.” Böyle bir aşkın var olduğu dünya, kötü bir dünya olamaz, dersiniz. Ama kötüdür dünya (“Biz, birbirimize götüren yolları bunca zahmetsiz bulabilirken, kentteki kıyım sürüp gidiyor;”). Malina’da altı çizilecek o kadar cümle var ki… Geriye bir iç yanması ve çok sigara dumanı kalır. Kitabın yazarı, “Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi?” sorusuna, “Hayır,” yanıtını vermiştir zira, “olamaz, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır.”
23) Şiirler - Karacaoğlan
(Teklifsiz aşk)
Cemal Süreya yazmıştı: Yâr kavramı en somut ve süzme biçimde Karacaoğlan ile şiirimize girmiştir. Halk şiirinde Erzurumlu Emrah da, başka şairler de var ama Karacaoğlan, aşkın ve Türkçenin bir yakasında yüzyıllardır parlıyor. Kimi zaman “Benim çok ömrümü az eylemesin” diyecek kadar umutsuz, kimi zaman “Herkesi sevdiğine verse Yaradan” dizesindeki kadar naif bir âşık. Galiba Karacaoğlan’ın umutla umutsuzluk arasında salınan aşkını en iyi şu dizeler anlatıyor: “Yaylanın karından beyazdır döşün / Uzanıp üstüne ölesim geldi”.
24) Jurnal 2 - Cemil Meriç
(Dehâ ve aşk)
İnsanın dörtte üçünün âşık olduğunda ortaya çıktığını söylemişti Cemil Meriç. Jurnal’inde yer alan Lamia Hanım’a mektuplarda da kırgınlıkları ve coşkularıyla, çıplak bir Cemil Meriç vardır. “Kendini rahat hissetmen beni kudurtuyor.” der, bencildir; “Hiçbir kıta kâşifi benim tattığım hazzın bir zerresini tatmamıştır.” der, esriktir! Türkçenin belki de en sert, en dolu ve en sıcak aşk mektupları… Kimi zaman ‘mezar taşı gibi bir sükut’la, kimi zaman da alevden iki ırmağın birbirine karıştığını bilmenin yakıcılığıyla beslenen bir tutku. “Aşk, dehadan çok daha nadir.” diyen Cemil Meriç’ e şu cümleyi kurdurmuştur aşk: “Aşkın verebileceği en büyük saadet sevilen kadının ilk defa elini sıkmak. Musikinin verdiği haz gibi bir şey.”
25) Kalbin Zümrüt Tepeleri - M. Fethullah Gülen
(Sahih aşk)
“Aşk; şiddetli sevgi, iptilâ, düşkünlük, kemâl, cemâl ve müşâkeleden dolayı duyulan aşırı muhabbet ki, böylesine, daha ziyade mecâzî aşk denir.. bir de, cemâli kemâl noktasında, kemâli cemâl kutbunda o Ezel ve Ebed Sultanı’na karşı duyulan kalbî alâka ve muhabbet vardır ki, ona da hakikî aşk denir.” Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki yolculuğun duraklarından biri aşk; o noktaya ulaşan birinin atacağı bir adım ya kalmıştır ya kalmamıştır. Aşk, Zümrüt Tepeler’deki öteki konularla bütünlüklü bir bakış içinde değerlendirildiği zaman, gerçek yerine de oturmuş oluyor. Aşka ilişkin olanın, sadece ‘Aşk’ başlıklı yazı değil, Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki bütün bir seyir olduğunu unutmamak gerekir. Fethullah Gülen’in akıllarda mıh gibi kalan bir cümlesi, işin özüdür aslında: “Dünya, aşkın katilidir.”
26) Swann’ın Aşkı - Marcel Proust
(Kayıp zamanın izinde aşk)
“Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır.” Belki Proust’un bütün külliyatı ama ille de Swann’ın Aşkı. “Mutlu olan kişi âşık değil demektir,” diyen Proust bu cümlesiyle meşrebini de belli eder ve o benzersiz üslubuyla olağanüstü bir yapıt kurar. Sosyete çevrelerine girip çıkarak kendini var etmeye çalışan Swann’ın güzel Odette’e duyduğu aşkın hikâyesi temelde basittir ama yazarın doyumsuz tasvirleriyle sıra dışı bir hal alır. Proust, Gide’e yazdığı bir mektupta ironiyi de elden bırakmaz: “Eğer Swann beni tanısaydı ve benden biraz yararlanabilseydi, Odette’in ona geri dönmesini sağlayabilirdim.” Roman kişileriyle yazarın aşka bakışlarındaki farklılıkları çok da önemsememek gerekiyor. Zaten Proust evreninde, aşka en sağlıklı yaklaşım yine bir roman kişisinden, Madam Leroi’dandır: “Aşk mı? Sık sık yaparım ama hiç sözünü etmem.”
27) Neşideler Neşidesi
(Coşkunluk olarak aşk)
Aşkın tehlikeli sularında: “Çünkü sevgi ölüm gibi güçlüdür / Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir; / Onun alevleri, ateşin alevleri, / Yakıp bitiren alev. / Sevgiyi büyük sular söndüremez; / Ve ırmaklar onu bastıramaz.”
28) Muhteşem Gatsby - Scott Fitzgerald
(Adanış olarak aşk)
Bir başka ‘ömürlük’ aşk hikayesi… 20. yüzyılın ilk yarısında, yapay değerlerin biçimlendirdiği Birleşik Amerika’da geçen roman, ‘Amerikan düşü’ ve ‘yükselme’ gibi temaların ardında, derinden derine bir aşk hikâyesiyle içimizi ısıtır. Gatsby ölür; sonunda onu ne kadar sevmiş olduğunuzun ayırdına varırız -tıpkı Daisy gibi! Romandan bir de unutulmaz cümle, Can Yücel çevirisiyle: “Hani öyle gelir ya insana; o yaz işte, hayat yeniden başlıyor sandımdı.”
29) Serin Mavi - Behçet Necatigil
(Evcil aşk)
“Ayşe, Huriye, Selma (yaş sırasına göre küçükten büyüğe) !” diye başlar bir mektuba Necatigil. Eşi Huriye Hanım’a, yaşça iki kızının arasında yer vermesi, nazik bir jest değil sadece; mektupların bütünü okunduğunda Necatigil yalınlığı iyice belirir. Serin Mavi, kuşkusuz, Türk edebiyatında bir ‘aile’ye yazılmış en incelikli aşk mektuplarını içeriyor. Necatigil evreninin tüm sözcükleri; ev, aile, gündelik sıkıntılar sımsıcak kılıyor bu mektupları. Ve Serin Mavi boyunca hep o iki dize çınlıyor: “Seni nasıl alabilirim benim tarafa / Uzaksın”.
30) Çağımızın Bir Kahramanı - Lermontov
(Yanılsama olarak aşk)
Bütün kadınları kendine âşık etmekten hoşlanan ama hiçbirini sevmeyen Peçorin’in öyküsü bir ütopya gibi mi görünüyor? Belki öyledir ama “Çağımızın Bir Kahramanı”, sadece basit bir “kaçan kovalanır” öyküsü değil; derinlikli bir portredir. Peçorin adlı ‘kahraman’ cevaplar vermez; sorular sordurur. Sevilmeden sevmek paradoksunu bu kez tersinden okuruz. Peçorin, kimseyi sevemez ve mutsuzdur. Onun, “Kayadan kayaya atlayan suyun şırıltısını duyunca unutamayacağı tek kadın yoktur.” Bu unutulmaz yapıtı okurken insan, Peçorin’in yazgısının ölümcül, kara bir talih mi yoksa çok az kişiye rastlayacak bir şans mı olduğuna bir türlü karar veremiyor.
31) Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri - Nâzım Hikmet
(Umut olarak aşk)
30 Eylül 1945… “Seni düşünmek güzel şey / ümitli şey / dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey / Fakat artık ümit yetmiyor bana, / ben artık şarkı dinlemek değil / şarkı söylemek istiyorum”.
32) Mem û Zin - Ehmede Xani
(İmkânsız aşk)
Ehmede Xani’den eşsiz bir imkânsız aşk masalı… Mem’in Dicle nehrine unutulmaz seslenişiyle: “Benim gönlümün içinden de geç bir kez / Gözlerimin pınarına bak bir kez.” Bu destanda iki âşık vardır da, bir de, aşklarının ortasında biten diken, kötü adam Beko vardır. Beko’ların biri gider, bir başkası gelir… Ve bu dünyada kavuşmak yoktur.
33) İlk Aşk - Turgenyev
(Hatıra olarak aşk)
Bu güzel ve küçük roman, biraz da adından dolayı listeye girmeyi hak ediyor. Kahramanımızın Zinadia’ya duyduğu hızlı ve tutkulu aşkın sıra dışı öyküsü. Hikâyede her ilk aşk deneyiminin izleri var gibidir. Bir yerde şöyle der kahraman: “Artık sıradan bir delikanlı sayılmazdım; çünkü âşıktım.” Kısa serüvenlerin sonunda Zinadia ölür; buruklukla şaşkınlık arası bir duygu eşliğinde kitabı kapatırız. İlk aşktır; incitir, özletir, anısı silinmez.
34) Monna Rosa - Sezai Karakoç
(Hıçkırık olarak aşk)
“Esmer delikanlı, hatıra ve kan / Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları / Sızıyor bir kapı aralığından / Lambalar yanıyor, hafif ve sarı.” Sezai Karakoç’un çok aşkta çok hatıra bırakan anıtsal şiiri. Kendi hikâyesiyle zaman içinde bir efsaneye dönüşen Monna Rosa, her aşk hikâyesiyle yıllardır yeni sayfalara, yeni defterlere yazılıyor. Bir anlamda, “mutlu aşk yoktur”un en güzel Türkçe söylenişi… “Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa: / Henüz dinlemedin benden türküler. / Benim aşkım uymaz öyle her saza, / En güzel şarkıyı bir kurşun söyler… / Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa./ / Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, / Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. / Bir gün gözlerimin tâ içine bak: / Anlarsın ölüler niçin yaşarmış”.
35) Kolera Günlerinde Aşk - Gabriel Garcia Marquez
(Ömür boyu aşk)
50 yıl süren bir tutku, aşk mıdır yoksa aşka çok benzeyen bir bağlılık mı? Büyülü gerçekçiliğin ustası Marquez, Kolera Günleri’nde Aşk’ta tam da üslubuna yakışır bir konuyu, yarım yüzyıl süren bir aşkı anlatıyor. Florentino Ariza’nın Fermina Daza’ya olan yenilmez, gözüpek aşkının hikâyesi, aşk yüzünden delirenlerin eksik olmadığı bir coğrafyanın acımtırak kokularını taşıyor. Sonunda ne mi öğreniyoruz? Sadece aşksız değil, aşka rağmen de mutlu olunabileceğini…
36) Elsa’ya Şiirler - Louis Aragon
(Poetika olarak aşk)
Aragon öleli 25, Elsa öleli 37 yıl oluyor. Genç kuşaklar ikisini de, siyasi mücadelelerinden, romanlarından değil, şiirlerden ve büyük aşklarından tanıyor bugün. Aragon, kendine “Elsa’nın Mecnunu” sıfatını yakıştırmıştı. Unutulmaz şiirlerini Elsa için yazdı. Edebiyat tarihinin en şanslı kadınlarından Elsa da, hep var olmayı istediği tarihte romanlarıyla değil, daha çok konu olduğu şiirlerle anıldı. Şanslıyız ki, Orhan Veli’den İlhan Berk’e kadar iyi çevirmenler bu şiirleri Türkçeye ‘kazandırdı’. En sarsıcısı, Elsa’nın Gözleri şiirinden: “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de / Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm / Orda bütün ümitsizleri bekleyen ölüm / Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde”.
37) Alemdağ’da Var Bir Yılan - Sait Faik
(İyimserlik olarak aşk)
Türkçenin kuyruklu yıldızı Sait Faik’in kuşkusuz en iyi kitabı. “Kaybettikten sonra bulduğumuz şey. Nedir o bil? Nedir o bil?” diye sorar bir öyküsünde. Onu okurken, hep bir iyimserlik vardır ama yitik bir şeyler olduğu düşüncesi de peşimizi bırakmaz. Kitapla aynı adı taşıyan öykünün şu cümlesi, bir kez okunduğunda unutulmayanlardandır: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
38) Doktor Jivago - Boris Pasternak
(Tutku olarak aşk)
Aşk ve devrim yan yana gelince ortaya unutulmaz hikâyeler çıkıyor. Doktor Jivago, bunların en iyilerindendir; hem dönemini enfes betimlediği hem de hastalıklı bir aşkı ustaca anlattığı için. Yuri Jivago edebiyat tarihindeki ‘büyük âşıklar’ listesindeki yerini çoktan aldı zaten, ama okursanız, Lara’nın nasıl ustaca çizilmiş bir karakter olduğuna da dikkat edin. Romandan uyarlanmış, izlenmeye değer bir filmin olduğunu da hatırlatalım…
39) Gizemli Şiirler - Hilmi Yavuz
(Bakış olarak aşk)
Aşkla ‘bakmak’ arasındaki gizemli ilişki nedir? Belki Yakın Aşklar şiirindeki: “yakın aşklar! sizi ve gizi / bir kıyıyla öteki / gibi bağlayan nedir?” Belki Eylül şiirindeki: “eylül! daha çocukluğumdan / beri size bakardım ben / bir yazın azalmakta olan / sözcüklerinden nasıl da / ansızın dökülürdünüz / bahçelerle ve kül / dolardı içim… eylül!” Ama en çok da şu şiirdeki: “size bakmanın tarihi! siz / bir gonca kadar kendiliğinden / yazılmış olmalısınız / derin, korkunç ve ergen / kalbim, sevdalara sığmayan kalbim / bir dağı içeriyor geçerken / siz o dağa sanki kış / ve sanki bıldır yağan karsınız / umarsız sözcüklere bulanmış”…
40) Fransız Teğmenin Kadını - John Fowles
(Bekleyiş olarak aşk)
1969 tarihli roman, yüzeydeki esrarlı aşk hikâyesinin altında felsefî ve toplumsal sorgulamalarla çağdaş bir klasik olarak adlandırılmayı hak ediyor. Her aşk hikayesi, içinde kendi döneminin eleştirisini barındırır ama Fransız Teğmenin Kadını’ndaki kadar ustaca iğnelemelere kolay rastlanmıyor. Bir kadının iç dünyasına nasıl bu kadar soğukkanlılıkla yaklaşılabilir? Bu, John Fowles’un ustalığıdır. Yüzyıl öncesinin İngiltere’sinde bir erkeğin toplumun kurbanı oluşu, bugüne de çok şey söylüyor. Romanın başkişisi Sarah, tıpkı Madam Bovary ya da Lady Chatterley gibi, asla unutulmayacak.
41) Aramızdaki Şey - Tomris Uyar
(‘Aramızdaki şey’ olarak aşk)
Tomris Uyar’dan aşkın ‘aramızdaki şey’ durumuna nokta atışı! Uyar’ın başka öyküleri, başka kitapları da var elbette, ama edebiyatımızda aşka çok benzeyen bu ‘şey’i daha iyi anlatan bir öykü yok. Şöyle der anlatıcı, Venedik’te Ölüm filmi seyredilirken: “Onu yakalamak için nedense filmden sana kaydı gözüm. Ellerine, uzun, biçimli parmaklarına, nerdeyse saydam tırnaklarına. İncecik bedenine. Bu dünyayla baş edemeyecek kadar kırılgan olduğunu o an kavradım. Artık filmdeki Tadzio’yu seyredebilirdim… İçimin yandığını belli etmemek için bile-isteye soğuk bir şaka yaptım: ‘Yazarın ve romanın baş kişisinin adları T harfi ile başlıyor diye mi çağrıldım yoksa buraya?’” Tomris Uyar’ın ustalıkla anlattığı ‘şey’i yaşarsak bir gün, o soruyu sorarız: “Sen o şeyi çözebilmiş miydin?”
42) Soneler - William Shakespeare
(Nimet olarak aşk)
Romeo ve Juliet ya da Othello ile değil de Soneler ile okumalısınız Shakespeare’den aşkı. Entrikalarla, hesap-kitapla kuşatılmış aşkları değil, lirizmle, yalınlıkla beslenen aşkları okumanın tadına böyle varabilirsiniz. Sevgilisine, “Seni bir yaz gününe benzetsem mi” diye seslenen şairdeki aşk çığlığını duyarsınız. Ve kuşkusuz, bulunmaz bir nimettir aşk: “For thy sweet love rememb’red such wealth brings, / That then I scorn to change my state with kings”.
43) Yirmi Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı - Pablo Neruda
(Umutsuz bir şarkı olarak aşk)
20 unutulmaz aşk şiiri… “Seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü. / Öyle uzak, acılı, ölüp gitmiş gibi sen. / Yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile. / Sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren.” Neruda’nın aşk sarkacı da inip çıkar, “sonsuz unutuş kırar” insanı. Son söz ümitsizce söylenir: “Ve ellerimde yalnız gölgenin ürperişi. / Âh, uzağa her şeyden. Âh, uzağa her şeyden. / Ey kimsesiz, yollara düşme saati şimdi!”
44) Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde - Abdülhak Şinasi Hisar
(Damıtılmış aşk)
Divan şiiri tepeden tırnağa aşktır. Bu geleneğin en güzel aşk dizelerini okumak içinse benzersiz yapıt var: Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde” adlı seçkisi. Hisar’ın seçkin beğenisinden süzülmüş, neredeyse bir aşk el kitabı. Ne unutulmaz dizeler vardır bu minik seçkide: “Biz âleme bir yâr içün âh itmeğe geldik” (Yenişehirli Avni) ya da “Gel, gel ki cümle savm-ü salâtın kazâsı var / Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok” (Nesimî) gibi. Aşkın her türlüsüne birer bölüm ayrılan kitapta, tüm dizelerin şairleri Bâki Efendi’nin tavrındadır: “Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız / Hükm-i kazâya zerre kadar yok inadımız”. Aşkı bir de, Nedim’den ‘son divan şairi’ Yahya Kemal’e kadar, eski şairlerden okumak iyi oluyor. (Divan şiiri denince; Necati Bey’in, bu seçkide yer almayan bir dizesi vardır ki, ciltlerce kitaba değer. Söylemeden geçmemiş olalım: “Ki hüsn sende garib oldu aşk bende garib”)
45) Belâ Çiçeği - Attilâ İlhan
(İkilem olarak aşk)
Böyle bir listeye Attilâ İlhan’dan kitap seçmek pek kolay değil. Bu kitap ‘Böyle Bir Sevmek’ olabileceği gibi, pekâla ‘Ayrılık Sevdaya Dahil’ de olabilirdi. Ama Bela Çiçeği’ni seçtik -aşkın o mâlum paradoksunu anlatan ‘Aysel Git Başımdan’ şiiri için: “aysel git başımdan ben sana göre değilim / ölümüm birden olacak seziyorum / hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim / aysel git başımdan istemiyorum / benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün / dağıtır gecelerim sarışınlığını / uykularımı uyusan nasıl korkarsın / hiçbir dakikamı yaşayamazsın / aysel git başımdan ben sana göre değilim / benim için kirletme aydınlığını” diye başlayan şiirin sonu yakıcıdır: “aysel git başımdan ben sana göre değilim / ölümüm birden olacak seziyorum / hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim / aysel git başımdan seni seviyorum”.
46) Günlerin Köpüğü - Boris Vian
(Gerçeküstü bir durum olarak aşk)
Tutkulu bir caz dinleyicisi olan Colin, bir gün Chloé (Yunancada ‘taze yeşillik’ anlamındadır bu sözcük) ile tanışınca ona şöyle der: “Sizi Duke Ellington mı düzenledi?” Bu naif soru, çağdaş aşk masallarının en güzellerinden olan Günlerin Köpüğü’nde anlatılanın nasıl bir şey olduğu hakkında iyi bir ipucu veriyor. Aslolan iki şey vardır Vian için: Aşk ve New Orleans’ın müziği. Plak, düşsel roman boyunca zihnimizde döner. Mutlu sonla bitmesini delicesine istediğimiz hikâye mutsuzlukla biter. Ama belki de, Colette’in dediği gibi, sonu acı bitse bile her aşk ayrı bir mutluluktur. Ve umulur ki bir gün Boris Vian’ın dediği olur: Sonunda kitleler haksız, bireyler haklı çıkar.
47) Sevda Sözleri - Cemal Süreya
(Aşk olarak aşk)
“Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti” dizesiyle anlatılabilir Cemal Süreya’nın aşkı: İronik, masum, bazen çaresiz. Sadece adından dolayı değil, Sevda Sözleri, aşkın türlü hallerini şiirin ustalığıyla kesiştirdiği için ayrıcalıklı bir yeri hak ediyor. Gündelik hayatın tam ortasında, Sevda Sözleri’nden iki dize masanıza düşebilir örneğin: “İki çay söylemiştik orda, biri açık / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.” Şu dizeler, “Kardeşim olan gözlerini unutmadım” ya da “Aşktın sen gidişinden bildim seni” nasıl unutulur? Ancak bir tanesi var ki, manifestodur: “Yalnız aşkı vardır aşkı olanın”.
48) Düş Kırgınları - Mehmet Eroğlu
(Vazgeçiş olarak aşk)
Ne yazık ki göğsümüzün sol tarafında kalb denilen bir et parçası taşırız ve gün gelir, şu derin ikilemden kaçamayız: Aşk mı, sevgi mi? Çağdaş edebiyatımızda bu sorunu en yüreklice tartışan, Düş Kırgınları’nın başkişisi Kuzey Erkil’dir. Sevgi esnek ve dayanıklıyken, aşk kırılgan mı gerçekten? Yoksa bu da mı bir yanılsama? Kuzey Erkil’in Şafak’a duyduğu iç burkucu aşk kadar, tartıştığı ikilemlerle de okuyanın unutamayacağı bir roman Düş Kırgınları. Aşkın niçin mutluluktan daha büyük, daha görkemli bir şey olduğunu kavramayı kolaylaştırıyor. Aşkın olduğu yerde erdemlerin bir hiç olduğunu anlamayı da… Acı son kaçınılmazsa Kuzey’in dediği geçerlidir: “Sevmek bazen de bırakmaktır.”
49) Şiirler - Rabindranath Tagore
(Kutsayıcı aşk)
“Yüreğim övünçle taşıyor sanki, şarkı söylememi buyurunca sen; yüzüne bakıyorum, yaşlar doluyor gözlerime. / Yaşamımda aykırı, yırtıcı ne varsa eriyip haklı bir düzene çevriliyor; denizin üstünden uçan mutlu bir kuş gibi kanat açıyor tapınışım. / Şarkı söylememden hoşlanıyorsun, biliyorum. Biliyorum, yapayalnız bir şarkıcı gibi çıkıyorum önüne. / Erişmeyi aklımdan bile geçirmediğim ayaklarına şarkımın kanat uçlarıyla dokunuyorum. / Şarkı söylemenin sarhoşluğuyla unutuyorum kendimi, efendim olan sana dostum diyorum.” “Kendi ayak izlerini bulacaksın benim şarkılarımda” Alabildiğine mistik, alabildiğine lirik…
50) Leyla ile Mecnun - Fuzûli
(Destan olarak aşk)
Aşkın sonsözü: Leylâ ile Mecnun. Aşkın ‘saf’ hali, edebiyat tarihinde hiçbir zaman, Fuzûlî’nin 1535 tarihli mesnevîsinde olduğu gibi anlatılamadı. Artık her âşık Mecnun’la kıyaslanır, her sevilen biraz Leylâ’dır. “Ya Rab bana cism ü cân gerekmez / Canânsız cihân gerekmez” diyenlerin aşkıdır bu. Mecâzî aşkı yudumlamak vardır, onu aşmak vardır, vefâ ile dünyayı yok saymak vardır bu hikayede. Mecnun, Leylâ’nın kabrini kucaklayıp öldükten sonra, iki âşık, aşk yoluna girip temiz kaldıkları için, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için (oysa ne zordur bu!) cennette buluşurlar. Söz biter. "
CAN BAHADIR YÜCE
Elli unutulmaz aşk kitabını seçtik. Milena’ya Mektuplar'dan Yunus Emre Divanı’na, Huzur’dan Neşideler Neşidesi’ne, Anna Karenina'dan Leylâ ile Mecnun’a kadar, aşka farklı pencerelerden bakan 50 kitap!
Mutlu aşk yoktur” klişesini (ya da gerçeğini) şöyle rötuşlamıştı Rougemont: “Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.” Yazı tarihinden 50 aşk kitabını seçmeye çalışırken, bir kere daha öğrendiğimiz şey, bu değişmez yargı oldu. Fuzûli’den Thomas Mann’a kadar, mutlu aşkın tarihini yazmamıştır hiç kimse. Böyle de olsa, elli kitabı belirlemek, bizim için kolay bir süreç değildi. Mutsuz aşklar denizinden, aşkın farklı görünümlerini ortaya koyan yapıtları seçmeye çabaladık. Yeterince ‘görülmeyen’ sahih aşk kitaplarıyla eskimez başyapıtları bir araya getirdik. Her seçim -tıpkı aşk gibi- özneldir; bizimki de öyle oldu. Öte taraftan, bu denli zor bir seçime girişmek, beraberinde bir başka soruyu getiriyor: Nedir aşk kitabı? Bir yerde, Necatigil’in Zebra’sı (“bir otel otello”!) ya da Kundera’nın Şaka’sı da aşk kitabı değil midir? Bu düğümü çözmeye çalışmak yerine, ‘ilk anlamıyla’ aşk kitaplarından oluşturduk listemizi.
Bu türden bir liste, dışarıda bıraktıklarıyla da rengini belli eder: Leyla Erbil’den Mektup Aşkları’nı, Pınar Kür’ün Yaz Gecelerinde Keman öyküsünü, Çalıkuşu’nu, Hyperion’u, Binbir Gece Masalları’nı, Dickens’ın Büyük Umutlar’ını, Lady Chatterley’in Sevgilisi’ni, Yerçekimli Karanfil’i vs. vs. çok istediğimiz halde oluşturduğumuz 50 kitaplık ‘kısa’ listeye dahil edemedik, örneğin. Aşk bir yaşam sorunu, estetiğin ve şiirin alanında olduğu için Schopenhauer ve Barthes’ın yapıtları, Ovidius’dan Aşk Sanatı, Stendhal’dan Aşk Üstüne ve Geraldy’den Aşk gibi, konuyu kavramlarla irdeleyen kitaplar -birkaç istisna hariç- dışarıda kaldı. Aşkın 50 farklı durumuna odaklandığını düşündüğümüz 50 kitabın neden listede var olduğunu aşağıda okuyacaksınız. Seçtiklerimiz, aşkın karşı konulamaz bir efendi, bazen bir aldatmaca bazen kurtarıcı olduğunu; bir tür efendi-köle ilişkisi sayılabileceğini, yakıcı bir mutlak tutkuyu taşıdığını ve bazen de yıkım olabileceğini yeterince anlatıyor zaten.
1) Kerem ile Aslı
(Yazgı olarak aşk)
Her aşk yanmakla başlar; Kerem ile Aslı’nınki yanarak tükenmekle bitiyor. Atasözlerine bile konu olan, külleri birbirine karışan bu iki âşığın destanından beri artık “Kerem derdi, Aslı derdi, dil derdi” vardır. Kerem, Ermeni keşişin güzel kızının peşinde dağları aşar. Aslı, Kerem’in küllerini toplarken saçları tutuşunca yanar. Halk edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”u da sayılabilecek bu hikâye, hem maddî hem mistik aşkın, yeri gelince de ‘din aşkı çatışması’nın göz alıcı bir örneğidir. Kerem’i, aşkı kader olarak gördüğü için severiz. Âşık öznenin derin iç çatışması bir yana, Kerem ile Aslı’dan öğrendiğimiz değişmez bir gerçek daha var: Trajik olan aslında tek taraflı aşk değil; ‘engellenmiş’ karşılıklı aşktır.
2) Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar
(Bir İstanbul masalı olarak aşk)
Huzur, edebî niteliğiyle olduğu kadar en güzel İstanbul masalı olduğu için de âşıklar için vazgeçilmez. Mümtaz’ın Nuran’a karşı hissettiği şey, tutkulu bir aşkın ötesinde, bir dönem İstanbul’una, neredeyse ‘Boğaziçi medeniyeti’ne açılan bir penceredir. Mümtaz, ‘bir yığın imkân arasından Nuran’ı’ seçmiş ve bu hikaye Tanpınar’ın üslubuyla ölümsüzleşmiştir. Huzur, defalarca dönülmesi gereken bir başyapıt.
3) Sevgili Milena - Franz Kafka
(Kurtarıcı olarak aşk)
Kafka ile Milena’nın soylu aşkı da başka bazı büyük aşklar gibi sadece mektuplarda kaldı. “Senin” diye imzaladığı mektuplarında şöyle diyordu Kafka: “Adımı da yitirdim! Küçüle küçüle ‘Senin’ kaldı yalnız.” Bu aşkta kurtarıcı Milena’dır: “Karşındakini yalnız varlığınla kurtarabilirsin, başka hiçbir şeyin yararı yoktur.” İşte aşk, bazen kurtarıcı oluyor. Edebiyat tarihinin bu en sarsıcı aşk mektuplarını, özellikle Adalet Cimcoz’un çevirisinden okumalısınız.
4) Güvercin Gerdanlığı - İbn Hazm
(Deneyim olarak aşk)
Aşkı ‘teori’ kitaplarından değil de edebiyat yapıtlarından okumak en doğrusu. Fakat İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı bu yargıdan ayrı tutmak gerekiyor. “Aşk doğuştandır,” diyen İbn Hazm, yazı tarihinin en soğukkanlı ve aynı zamanda en lirik yapıtlarından birini bıraktı arkasında. Aşkı şöyle anlatıyor: “Bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider.” İbn Hazm, aşkın belirtilerini şöyle sıralıyor: “İlki, sevgiliyi derinden derine seyre dalmaktır. Sevgilinin bulunduğu yere gitmekte ivedilik etmek, onun yanına oturmanın yollarını aramak, sevgiliden ayrılmayı gerektirecek her türden ciddi durumu hesaba katmamak, sevdiğinin adını kendi kendine tekrarladıkça bundan hoşlanmak… Öyle anlar olur ki, gerçekten birine içtenlikle tutulan kişi büyük bir iştahla yemeğe başlar. Ama sevgilisi hatırına gelirse o anda, artık yiyecekler boğazından ileriye geçmez.(…) Gözyaşları da aşkın belirtisidir.” Şu hadis-i şerifi alıntılamayı da ihmal etmiyor İbn Hazm: “Bir kimse âşık olsa, aşkını namusunu lekelemeden korusa ve ölse, o şehittir.”
Güvercin Gerdanlığı, ölümden güçlü olan şeyin, bize ölümü göze aldıran şey olduğunu öğretiyor. Bu kitabı okumadan, aşk bilgimiz eksik kalacaktır.
5) Genç Werther’in Acıları - Johann Wolfgang von Goethe
(Yıkım olarak aşk)
Tutkulu aşkın görkemli klasiği Genç Werther’in Acıları yazıldıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. (Werther’i okuduktan sonra intihar etmek istemeyen âşık var mı?) Bu yapıtı, sadece platonik bir aşk hikâyesine indirgemek hata olur. Yine de, ortada böylesine bir aşk varsa, sanatsal bütünlüğün ikinci planda kalması kaçınılmaz oluyor. Parmağı dikkatsizlikle Lotte’nin parmağına değdiğinde bile bundan derin anlamlar çıkaran Werther! Sonsuza dek üzgün genç âşıkların hüzünlü sembolü olarak kalacak…
6) İlâhi Aşk - İbn Arabî
(Yüksek perdeden aşk)
“…Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makamdır. Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır…” alıntısıyla başlar İlâhi Aşk. Sevginin, temellerinden yanıltmalarına kadar farklı düzeylerini okuruz. “Varlık bir harftir, sen onun anlamısın” dizesinde anlatılan hâle doğru yol alırız. ‘Yükseklerde yalnız uçan kartal’ İbn Arabî’den yakıcı ve yüksek perdeden bir ilân-ı aşk…
7) Beyaz Geceler - Fyodor Dostoyevski
(Teselli olarak aşk)
İyimser aşkın el kitabı… Sonunda kavuşmak olmasa da her aşk kendince bir mutluluk değil mi? Kahramanımızın sevgili Nastenka’ya duyduğu aşkta, topu topu dört gecenin hatırası vardır. Ama bu yeterlidir işte… Dostoyevski’nin romanı bitirirken söylediği gibi, “Bir anlık mutluluk! Koca bir insan ömrü içinde bu kadarı bile yetmez mi!”
8) Hüsn-ü Aşk - Şeyh Galib
(Bir yolculuk olarak aşk)
Güzellik olmadan aşk olmaz. Şeyh Galib, Aşk’ın Hüsn’e (güzellik) yolculuğunu olağanüstü sembollerle anlatıyor. Aşk ile Hüsn’ün doğuşlarından “edeb” mektebinde dinlenmelerine, oradan da çileli aşklarına kadar bir dil ve imge ziyafeti. Bu serüvende Aşk, belâları kabul eder, yolu gam harabelerinden geçer, perişan hallere düşer ve sonunda Hüsn’ün delisi olur. Yolculuğun sonunda Aşk’ın vardığı yer Hayret’tir ve şöyle der Galib Dede: “Bundan ötesi değil nümâyân” (sonrası göze görünmüyor). Aşk Hayret’e varır, susulur. Her aşk yolculuğunun mumdan kayıklarla ateş denizlerini geçmek olduğunu bir kere daha anlarız…
9) Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
(Dram olarak aşk)
Edebiyatta genel nitelemelerin yanlışlığına iyi bir örnek: ‘Toplumcu’ Sabahattin Ali, ‘bireysel’ tutkuyu en iyi anlatan romanlardan birini yazmıştır. Kürk Mantolu Madonna’da Raif Efendi’nin bir Alman kadına duyduğu ‘tarifsiz kederler içindeki’ aşk vardır. Romanın son cümlesini okuyunca, yeryüzündeki mutsuz aşkların hayaletlerini üstünüzde hisseder, ağlamak istersiniz. Raif Efendi’nin Maria’ya seslenişi nasıl da ürperticidir: “Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?” Böyledir büyük yapıtlar, hep kaybedişlerden geriye kalanlardır.
10) Anna Karenina - Lev Tolstoy
(Bedel olarak aşk)
Anna’nın aşkı hangisidir? “Köleleştirici aşk” mı, “adayıcı aşk” mı? Yoksa Anna Karenina, aşkta engel ne kadar büyükse aşkın da o kadar büyük olduğunun apaçık bir kanıtı olarak mı okunmalı? Ne denirse densin, bu büyük klasikte, aşka ilişkin bütün çağrışımlar bir aradadır: Özgürlük, tekdüzeliği kırmak, ikilemler ve sonunda ölüm… Aşkın iki kişilik olmadığı kesindir. Tolstoy’un açıkça gösterdiği şey, Adorno’nun söylediğidir biraz da: “Aşk da toplumsal olarak dolayımlanır.” Anna, aşkının bedelini ödemiştir. Şunu unutmamak gerek: Tutkunun peşinden gitmek, ancak bedeli ölüm olunca, kitlelerin gözünde temize çıkabiliyor.
11) Sekizinci Mektup (Mektûbat) - Bediüzzaman Said Nursi
(Şefkat ve aşk)
Soğukkanlı bir aşk-şefkat karşılaştırması. Bediüzzaman, Sekizinci Mektup’ta şefkatin aşktan ne kertede üstün olduğunu Kur’ân’la temellendiriyor. Hazret-i Yakup’un Hazret-i Yusuf’a karşı duyduğu şeyin aşk değil şefkat; Züleyhâ’nın hissettiklerinin ise aşk olduğunu hatırlatarak bir derecelendirme yapıyor: Kur’ân’a göre Hz. Yakup’un hissiyatı Züleyhâ’nınkinden ne kadar yüksekse, şefkat de aşktan o kadar üstündür. Sekizinci Mektup’u okuduktan sonra bu değişmez gerçeğin iç rahatlığını mı yaşamalı, yoksa burukluğunu mu duymalı?
12) Aylak Adam - Yusuf Atılgan
(İhtimal olarak aşk)
‘Aşk romanı’ deyince akla sadece somut bir aşk hikâyesinin anlatıldığı bir metin geliyorsa, Aylak Adam, aşk romanı değildir. Ama ilk cümleleri okuduğumuzda ürpeririz: “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.” C.’nin peşinden gittiği şey, bir aşktan öte, aşksız olmayan bir dünyadır. Bunun kendince yollarını bile bulur. Ama olmaz. Romanın sonunda dendiği gibi; “Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.” Aylak Adam, aşkın -ya da aşksızlığın- yürek burkan hikâyesidir. Peki, aylaklık ile aşk arasında sırlı bir bağ var mıdır? Evet, vardır!
13) Kızıl ile Kara - Stendhal
(Tükeniş olarak aşk)
Büyük bir aşk romanı, aslında tam da aşk romanı olmayan yapıttır; tıpkı “Kızıl ile Kara” gibi. Genç Julien Sorel’in ruhundaki çalkantılarla dönemin Fransa’sındaki çalkantıları bir arada okuruz. Stendhal’ın Don Juan’dan bol bol alıntı yaptığı romanına koyduğu epigraf çarpıcıdır: “Gerçek, şu acı gerçek.” Satırlar boyunca Julien’e bazen acır, bazen kızarız. Büyük aşkların sadece hayatta birer kazadan ibaret olduğunu kabul etmediği için severiz de onu. Ancak Madam de Renal’a karşı beslenecek tek duygu, saygıdır. Aşk, iki sevgiliyi de tüketir. Hilmi Yavuz’un bir dizesiydi: “julien ne söyledi madam renal’a”. İşte bu dizenin arkasında çok şey yatıyor.
14) Venedik’te Ölüm - Thomas Mann
(Bir ölüm türü olarak aşk)
Yan yana gelmesi tehlikeli, fakat kaçınılmaz üç sözcük: Aşk, sanat, ölüm… Thomas Mann, aşkın yazgısını bu sözcükler üzerinden kurcalıyor. Ünlü yazar Aschenbach’ın olağanüstü güzel Tadzio’ya duyduğu derin aşk, sanatçının çıkmazı ve hüzünlü bir ölüm… “Motus animi cotinuus”u (ruhun daimi hareketi) daha iyi anlamak için bir yol açıcı kitap…
15) Dîvân-ı Kebîr - Mevlâna Celâleddin Rûmî
(Âb-ı hayat olarak aşk)
“Ben ol da bil aşkı” demişti Mevlânâ. Nerededir aşk? Bir magma gibi taşıp durduğu Divân-ı Kebîr’dedir: “Âşık dediğin de benim gibi olmalı! Öyle mest, öyle kendinden geçmiş olmalı ki, ne halkla uzlaşmalı, ne de kendisine bir hayrı dokunmalı! / Aşk âb-ı hayattır; seni ölümden kurtarır! Kendisini tamamıyla aşka veren kişi ne mutlu kişidir!”
16) Aşk-ı Memnû - Halid Ziya Uşaklıgil
(Yasak aşk)
Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnû’su, tam da yasak olan bir kıvılcımla yaktığı için belki de, Türk edebiyatının en trajik aşk romanı olma vasfını hâlâ koruyor. Romanın trajik öğesi, trajik sonuna da sebep olan, iç içe geçmiş diğer aşklarla çevrili “yasak olan aşk”tır, yani Bihter’in Behlül’e “yeni, imkânsız ve tehlikeli” olana aşkıdır. Edebiyat tarihi, yasak aşkları hep aynı sona mahkum etti: Nasıl ne Bovary, ne Anna kurtulamadıysa nihayet yasak aşkın pençesinde yanmaktan, Türk edebiyatında kadının keşfedildiği ilk eser sayılabilecek Aşk-ı Memnû’nun Bihter’i de bu trajik sondan kurtulamayacaktır. Ve nasıl tam da bu sebepten Anna Karenina Rus edebiyatının, Madame Bovary Fransız edebiyatının mihenk taşı olmayı sürdürüyorsa, Aşk-ı Memnû da Türk edebiyatı için ateşin bulunduğu nokta olacaktır. Aşkın şöyle tanımlandığı bir roman: “Kalplerimizde bazı illetler vardır ki, vücudun tamamıyla ensicesine hulûl ettikten sonra keşfolunamayan hâfî emrâza mahsus bir nüfuz hıyanetiyle kendisini göstermeden, tahriplerini haber vermeden, derûnî bir yangın dumansızlığıyla yanar, yanar; bu bir ateştir ki mahiyetini bilmeyiz; vücudundan haber almayız; o yavaş yavaş vazifesinden emin, devam eder; nihayet bir gün birdenbire, bir hiç, bir dakikalık bir vukuf bize gösterir ki kalbimizde bir yangın var. Nedir? Nereden tevellüt etmiştir? Bu yangın nasıl bir serseri rüzgârın kanatlarıyla düşerek orasını tutuşturmuştur? Bilemeyiz.”
17) Divan - Yunus Emre
(Kılavuz olarak aşk)
Yunus Emre’den bu yana biliyoruz: “devletli nesnedir aşk” ama aynı zamanda “firkatli nesnedir”. Aşk gelicek cümle eksikler biter, böyle söyler Yunus. Ona göre, “Aşksız âdem dünyada belli bilin ki yoktur.” Mecazî aşktan gerçek aşka geçişte bir kılavuz dur. Âşık olmayan kişiyi taşa benzeten Yunus Emre’nin en çok da şu dizesi: “Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka göz ü kaş gelir”. Tek dize bütün bir aşk yolculuğunu anlatmıyor mu?
18) Eylül - Mehmed Rauf
(Masumiyet olarak aşk)
Eylül'le anılan bir aşkın gideceği yer tükenişten başka neresidir? Suad ile Necib'in, birbirine ancak alıkonulmuş bir eldiven tekiyle ifşa edebildikleri ‘yasak aşk'ları, masumiyetini belki de ruhların müellifi, kalplerin merhemi musikiye borçluydu. ‘İnsafsız rüzgâr’, ‘muannid yağmur’ yalnız o güzel yazın ertesindeki ayın değil, onların ruhundaki çöküşün de adıydı. O aşk ki belki bir yangında kavrulursa tamama ererdi. İkisi aynı ateşte yandılar, zaten bir kere yanmışlardı!
19) Vadideki Zambak - Honore dé Balzac
(Sığınak olarak aşk)
Bir aşk kitapları listesine pekâla Balzac’ın mektupları da alınabilirdi. Ama roman sanatının yüz aklarından Vadideki Zambak’ta adı geçen Félix de Vandenesse, Balzac’tan; Henriette de Mortsauf da Balzac’ın hayatında önemli yeri olan Madame de Berny’den başkası değildir zaten. Romanda anlatılan, yine ikilemler içindeki bir kadınla, bütün yıkımları başını onun dizine koyarak gidermek isteyen âşığın hikayesidir. Bir de Balzac, romanın başında evrensel bir ders verir: “Bizi sevdiğinden çok kendisini sevdiğimiz kadının üstünlüğü, sağduyu kurallarını bize her zaman unutturmasıdır.” Türkçede Cemal Süreya çevirisi olduğunu da düşününce, Vadideki Zambak’ı okumak şart oluyor.
20) Mantık Al-Tayr - Feridüddin-i Attar
(Bülbül hastalığı olarak aşk)
Feridüddin-i Attar, otuz kuşun yolculuğunu anlatırken, geride, Allah ve Peygamber aşkına dair, yüzyıllardır tazeliğinden bir şey yitirmeyen metinler bırakmıştır. Mantık Al-Tayr’ın sarsıcı sözcükleri, ‘bülbül hastalığı’ olarak tanımlar aşkı. Sır, hüthütün öteki kuşlara verdiği cevaplarda saklıdır. Hüthütün dudu kuşuna verdiği cevapta örneğin: “Can, sevgiliye verilmek içindir.. ancak bunun için işine yarar. Can verirsin de bir an olsun sevgiliye kavuşursun. Âb-ı hayat istiyorsun, fakat canını da seviyorsun.. yürü be… Canını ne yapacaksın? Ver sevgiliye!”
21) Ağrıdağı Efsanesi - Yaşar Kemal
(Ağıt olarak aşk)
“Her yıl Ağrıdağı’nda bahar gözünü açtığında, çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağı’nın güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrıdağı’ nın harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağı’nın öfkesini çalmağa başlarlar. (…) Bu arada, tam gün kavuşurken gölün üstünde kar gibi ak küçücük bir kuş dönmeğe başlar. Gölün üstünde bütün hızıyla uçan kuş göle şimşek gibi çakılırcasına iner, bir kanadını suyun mavisine daldırır kalkar. Böylece üç kere daldırır, sonra da uçup gider, gözden ırar, yiter. Ak kuştan sonra çobanlar da sessiz, birer ikişer oradan ayrılır, karanlığa karışır çekilir giderler.” Sonra… Yaşar Kemal, Gülbahar ile Ahmed’in büyük destanını anlatmaya başlar.
22) Malina - Ingeborg Bachmann
(Dünyaya karşı duruş olarak aşk)
Malina, kuşkusuz bir ‘aşk kitabı’ değildir ama belki de aşk kitaplarının en yakıcısıdır. “Parola, Ivan.” der Malina, “Ve hep, hep Ivan.” Böyle bir aşkın var olduğu dünya, kötü bir dünya olamaz, dersiniz. Ama kötüdür dünya (“Biz, birbirimize götüren yolları bunca zahmetsiz bulabilirken, kentteki kıyım sürüp gidiyor;”). Malina’da altı çizilecek o kadar cümle var ki… Geriye bir iç yanması ve çok sigara dumanı kalır. Kitabın yazarı, “Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi?” sorusuna, “Hayır,” yanıtını vermiştir zira, “olamaz, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır.”
23) Şiirler - Karacaoğlan
(Teklifsiz aşk)
Cemal Süreya yazmıştı: Yâr kavramı en somut ve süzme biçimde Karacaoğlan ile şiirimize girmiştir. Halk şiirinde Erzurumlu Emrah da, başka şairler de var ama Karacaoğlan, aşkın ve Türkçenin bir yakasında yüzyıllardır parlıyor. Kimi zaman “Benim çok ömrümü az eylemesin” diyecek kadar umutsuz, kimi zaman “Herkesi sevdiğine verse Yaradan” dizesindeki kadar naif bir âşık. Galiba Karacaoğlan’ın umutla umutsuzluk arasında salınan aşkını en iyi şu dizeler anlatıyor: “Yaylanın karından beyazdır döşün / Uzanıp üstüne ölesim geldi”.
24) Jurnal 2 - Cemil Meriç
(Dehâ ve aşk)
İnsanın dörtte üçünün âşık olduğunda ortaya çıktığını söylemişti Cemil Meriç. Jurnal’inde yer alan Lamia Hanım’a mektuplarda da kırgınlıkları ve coşkularıyla, çıplak bir Cemil Meriç vardır. “Kendini rahat hissetmen beni kudurtuyor.” der, bencildir; “Hiçbir kıta kâşifi benim tattığım hazzın bir zerresini tatmamıştır.” der, esriktir! Türkçenin belki de en sert, en dolu ve en sıcak aşk mektupları… Kimi zaman ‘mezar taşı gibi bir sükut’la, kimi zaman da alevden iki ırmağın birbirine karıştığını bilmenin yakıcılığıyla beslenen bir tutku. “Aşk, dehadan çok daha nadir.” diyen Cemil Meriç’ e şu cümleyi kurdurmuştur aşk: “Aşkın verebileceği en büyük saadet sevilen kadının ilk defa elini sıkmak. Musikinin verdiği haz gibi bir şey.”
25) Kalbin Zümrüt Tepeleri - M. Fethullah Gülen
(Sahih aşk)
“Aşk; şiddetli sevgi, iptilâ, düşkünlük, kemâl, cemâl ve müşâkeleden dolayı duyulan aşırı muhabbet ki, böylesine, daha ziyade mecâzî aşk denir.. bir de, cemâli kemâl noktasında, kemâli cemâl kutbunda o Ezel ve Ebed Sultanı’na karşı duyulan kalbî alâka ve muhabbet vardır ki, ona da hakikî aşk denir.” Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki yolculuğun duraklarından biri aşk; o noktaya ulaşan birinin atacağı bir adım ya kalmıştır ya kalmamıştır. Aşk, Zümrüt Tepeler’deki öteki konularla bütünlüklü bir bakış içinde değerlendirildiği zaman, gerçek yerine de oturmuş oluyor. Aşka ilişkin olanın, sadece ‘Aşk’ başlıklı yazı değil, Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki bütün bir seyir olduğunu unutmamak gerekir. Fethullah Gülen’in akıllarda mıh gibi kalan bir cümlesi, işin özüdür aslında: “Dünya, aşkın katilidir.”
26) Swann’ın Aşkı - Marcel Proust
(Kayıp zamanın izinde aşk)
“Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır.” Belki Proust’un bütün külliyatı ama ille de Swann’ın Aşkı. “Mutlu olan kişi âşık değil demektir,” diyen Proust bu cümlesiyle meşrebini de belli eder ve o benzersiz üslubuyla olağanüstü bir yapıt kurar. Sosyete çevrelerine girip çıkarak kendini var etmeye çalışan Swann’ın güzel Odette’e duyduğu aşkın hikâyesi temelde basittir ama yazarın doyumsuz tasvirleriyle sıra dışı bir hal alır. Proust, Gide’e yazdığı bir mektupta ironiyi de elden bırakmaz: “Eğer Swann beni tanısaydı ve benden biraz yararlanabilseydi, Odette’in ona geri dönmesini sağlayabilirdim.” Roman kişileriyle yazarın aşka bakışlarındaki farklılıkları çok da önemsememek gerekiyor. Zaten Proust evreninde, aşka en sağlıklı yaklaşım yine bir roman kişisinden, Madam Leroi’dandır: “Aşk mı? Sık sık yaparım ama hiç sözünü etmem.”
27) Neşideler Neşidesi
(Coşkunluk olarak aşk)
Aşkın tehlikeli sularında: “Çünkü sevgi ölüm gibi güçlüdür / Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir; / Onun alevleri, ateşin alevleri, / Yakıp bitiren alev. / Sevgiyi büyük sular söndüremez; / Ve ırmaklar onu bastıramaz.”
28) Muhteşem Gatsby - Scott Fitzgerald
(Adanış olarak aşk)
Bir başka ‘ömürlük’ aşk hikayesi… 20. yüzyılın ilk yarısında, yapay değerlerin biçimlendirdiği Birleşik Amerika’da geçen roman, ‘Amerikan düşü’ ve ‘yükselme’ gibi temaların ardında, derinden derine bir aşk hikâyesiyle içimizi ısıtır. Gatsby ölür; sonunda onu ne kadar sevmiş olduğunuzun ayırdına varırız -tıpkı Daisy gibi! Romandan bir de unutulmaz cümle, Can Yücel çevirisiyle: “Hani öyle gelir ya insana; o yaz işte, hayat yeniden başlıyor sandımdı.”
29) Serin Mavi - Behçet Necatigil
(Evcil aşk)
“Ayşe, Huriye, Selma (yaş sırasına göre küçükten büyüğe) !” diye başlar bir mektuba Necatigil. Eşi Huriye Hanım’a, yaşça iki kızının arasında yer vermesi, nazik bir jest değil sadece; mektupların bütünü okunduğunda Necatigil yalınlığı iyice belirir. Serin Mavi, kuşkusuz, Türk edebiyatında bir ‘aile’ye yazılmış en incelikli aşk mektuplarını içeriyor. Necatigil evreninin tüm sözcükleri; ev, aile, gündelik sıkıntılar sımsıcak kılıyor bu mektupları. Ve Serin Mavi boyunca hep o iki dize çınlıyor: “Seni nasıl alabilirim benim tarafa / Uzaksın”.
30) Çağımızın Bir Kahramanı - Lermontov
(Yanılsama olarak aşk)
Bütün kadınları kendine âşık etmekten hoşlanan ama hiçbirini sevmeyen Peçorin’in öyküsü bir ütopya gibi mi görünüyor? Belki öyledir ama “Çağımızın Bir Kahramanı”, sadece basit bir “kaçan kovalanır” öyküsü değil; derinlikli bir portredir. Peçorin adlı ‘kahraman’ cevaplar vermez; sorular sordurur. Sevilmeden sevmek paradoksunu bu kez tersinden okuruz. Peçorin, kimseyi sevemez ve mutsuzdur. Onun, “Kayadan kayaya atlayan suyun şırıltısını duyunca unutamayacağı tek kadın yoktur.” Bu unutulmaz yapıtı okurken insan, Peçorin’in yazgısının ölümcül, kara bir talih mi yoksa çok az kişiye rastlayacak bir şans mı olduğuna bir türlü karar veremiyor.
31) Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri - Nâzım Hikmet
(Umut olarak aşk)
30 Eylül 1945… “Seni düşünmek güzel şey / ümitli şey / dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey / Fakat artık ümit yetmiyor bana, / ben artık şarkı dinlemek değil / şarkı söylemek istiyorum”.
32) Mem û Zin - Ehmede Xani
(İmkânsız aşk)
Ehmede Xani’den eşsiz bir imkânsız aşk masalı… Mem’in Dicle nehrine unutulmaz seslenişiyle: “Benim gönlümün içinden de geç bir kez / Gözlerimin pınarına bak bir kez.” Bu destanda iki âşık vardır da, bir de, aşklarının ortasında biten diken, kötü adam Beko vardır. Beko’ların biri gider, bir başkası gelir… Ve bu dünyada kavuşmak yoktur.
33) İlk Aşk - Turgenyev
(Hatıra olarak aşk)
Bu güzel ve küçük roman, biraz da adından dolayı listeye girmeyi hak ediyor. Kahramanımızın Zinadia’ya duyduğu hızlı ve tutkulu aşkın sıra dışı öyküsü. Hikâyede her ilk aşk deneyiminin izleri var gibidir. Bir yerde şöyle der kahraman: “Artık sıradan bir delikanlı sayılmazdım; çünkü âşıktım.” Kısa serüvenlerin sonunda Zinadia ölür; buruklukla şaşkınlık arası bir duygu eşliğinde kitabı kapatırız. İlk aşktır; incitir, özletir, anısı silinmez.
34) Monna Rosa - Sezai Karakoç
(Hıçkırık olarak aşk)
“Esmer delikanlı, hatıra ve kan / Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları / Sızıyor bir kapı aralığından / Lambalar yanıyor, hafif ve sarı.” Sezai Karakoç’un çok aşkta çok hatıra bırakan anıtsal şiiri. Kendi hikâyesiyle zaman içinde bir efsaneye dönüşen Monna Rosa, her aşk hikâyesiyle yıllardır yeni sayfalara, yeni defterlere yazılıyor. Bir anlamda, “mutlu aşk yoktur”un en güzel Türkçe söylenişi… “Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa: / Henüz dinlemedin benden türküler. / Benim aşkım uymaz öyle her saza, / En güzel şarkıyı bir kurşun söyler… / Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa./ / Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, / Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. / Bir gün gözlerimin tâ içine bak: / Anlarsın ölüler niçin yaşarmış”.
35) Kolera Günlerinde Aşk - Gabriel Garcia Marquez
(Ömür boyu aşk)
50 yıl süren bir tutku, aşk mıdır yoksa aşka çok benzeyen bir bağlılık mı? Büyülü gerçekçiliğin ustası Marquez, Kolera Günleri’nde Aşk’ta tam da üslubuna yakışır bir konuyu, yarım yüzyıl süren bir aşkı anlatıyor. Florentino Ariza’nın Fermina Daza’ya olan yenilmez, gözüpek aşkının hikâyesi, aşk yüzünden delirenlerin eksik olmadığı bir coğrafyanın acımtırak kokularını taşıyor. Sonunda ne mi öğreniyoruz? Sadece aşksız değil, aşka rağmen de mutlu olunabileceğini…
36) Elsa’ya Şiirler - Louis Aragon
(Poetika olarak aşk)
Aragon öleli 25, Elsa öleli 37 yıl oluyor. Genç kuşaklar ikisini de, siyasi mücadelelerinden, romanlarından değil, şiirlerden ve büyük aşklarından tanıyor bugün. Aragon, kendine “Elsa’nın Mecnunu” sıfatını yakıştırmıştı. Unutulmaz şiirlerini Elsa için yazdı. Edebiyat tarihinin en şanslı kadınlarından Elsa da, hep var olmayı istediği tarihte romanlarıyla değil, daha çok konu olduğu şiirlerle anıldı. Şanslıyız ki, Orhan Veli’den İlhan Berk’e kadar iyi çevirmenler bu şiirleri Türkçeye ‘kazandırdı’. En sarsıcısı, Elsa’nın Gözleri şiirinden: “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de / Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm / Orda bütün ümitsizleri bekleyen ölüm / Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde”.
37) Alemdağ’da Var Bir Yılan - Sait Faik
(İyimserlik olarak aşk)
Türkçenin kuyruklu yıldızı Sait Faik’in kuşkusuz en iyi kitabı. “Kaybettikten sonra bulduğumuz şey. Nedir o bil? Nedir o bil?” diye sorar bir öyküsünde. Onu okurken, hep bir iyimserlik vardır ama yitik bir şeyler olduğu düşüncesi de peşimizi bırakmaz. Kitapla aynı adı taşıyan öykünün şu cümlesi, bir kez okunduğunda unutulmayanlardandır: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
38) Doktor Jivago - Boris Pasternak
(Tutku olarak aşk)
Aşk ve devrim yan yana gelince ortaya unutulmaz hikâyeler çıkıyor. Doktor Jivago, bunların en iyilerindendir; hem dönemini enfes betimlediği hem de hastalıklı bir aşkı ustaca anlattığı için. Yuri Jivago edebiyat tarihindeki ‘büyük âşıklar’ listesindeki yerini çoktan aldı zaten, ama okursanız, Lara’nın nasıl ustaca çizilmiş bir karakter olduğuna da dikkat edin. Romandan uyarlanmış, izlenmeye değer bir filmin olduğunu da hatırlatalım…
39) Gizemli Şiirler - Hilmi Yavuz
(Bakış olarak aşk)
Aşkla ‘bakmak’ arasındaki gizemli ilişki nedir? Belki Yakın Aşklar şiirindeki: “yakın aşklar! sizi ve gizi / bir kıyıyla öteki / gibi bağlayan nedir?” Belki Eylül şiirindeki: “eylül! daha çocukluğumdan / beri size bakardım ben / bir yazın azalmakta olan / sözcüklerinden nasıl da / ansızın dökülürdünüz / bahçelerle ve kül / dolardı içim… eylül!” Ama en çok da şu şiirdeki: “size bakmanın tarihi! siz / bir gonca kadar kendiliğinden / yazılmış olmalısınız / derin, korkunç ve ergen / kalbim, sevdalara sığmayan kalbim / bir dağı içeriyor geçerken / siz o dağa sanki kış / ve sanki bıldır yağan karsınız / umarsız sözcüklere bulanmış”…
40) Fransız Teğmenin Kadını - John Fowles
(Bekleyiş olarak aşk)
1969 tarihli roman, yüzeydeki esrarlı aşk hikâyesinin altında felsefî ve toplumsal sorgulamalarla çağdaş bir klasik olarak adlandırılmayı hak ediyor. Her aşk hikayesi, içinde kendi döneminin eleştirisini barındırır ama Fransız Teğmenin Kadını’ndaki kadar ustaca iğnelemelere kolay rastlanmıyor. Bir kadının iç dünyasına nasıl bu kadar soğukkanlılıkla yaklaşılabilir? Bu, John Fowles’un ustalığıdır. Yüzyıl öncesinin İngiltere’sinde bir erkeğin toplumun kurbanı oluşu, bugüne de çok şey söylüyor. Romanın başkişisi Sarah, tıpkı Madam Bovary ya da Lady Chatterley gibi, asla unutulmayacak.
41) Aramızdaki Şey - Tomris Uyar
(‘Aramızdaki şey’ olarak aşk)
Tomris Uyar’dan aşkın ‘aramızdaki şey’ durumuna nokta atışı! Uyar’ın başka öyküleri, başka kitapları da var elbette, ama edebiyatımızda aşka çok benzeyen bu ‘şey’i daha iyi anlatan bir öykü yok. Şöyle der anlatıcı, Venedik’te Ölüm filmi seyredilirken: “Onu yakalamak için nedense filmden sana kaydı gözüm. Ellerine, uzun, biçimli parmaklarına, nerdeyse saydam tırnaklarına. İncecik bedenine. Bu dünyayla baş edemeyecek kadar kırılgan olduğunu o an kavradım. Artık filmdeki Tadzio’yu seyredebilirdim… İçimin yandığını belli etmemek için bile-isteye soğuk bir şaka yaptım: ‘Yazarın ve romanın baş kişisinin adları T harfi ile başlıyor diye mi çağrıldım yoksa buraya?’” Tomris Uyar’ın ustalıkla anlattığı ‘şey’i yaşarsak bir gün, o soruyu sorarız: “Sen o şeyi çözebilmiş miydin?”
42) Soneler - William Shakespeare
(Nimet olarak aşk)
Romeo ve Juliet ya da Othello ile değil de Soneler ile okumalısınız Shakespeare’den aşkı. Entrikalarla, hesap-kitapla kuşatılmış aşkları değil, lirizmle, yalınlıkla beslenen aşkları okumanın tadına böyle varabilirsiniz. Sevgilisine, “Seni bir yaz gününe benzetsem mi” diye seslenen şairdeki aşk çığlığını duyarsınız. Ve kuşkusuz, bulunmaz bir nimettir aşk: “For thy sweet love rememb’red such wealth brings, / That then I scorn to change my state with kings”.
43) Yirmi Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı - Pablo Neruda
(Umutsuz bir şarkı olarak aşk)
20 unutulmaz aşk şiiri… “Seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü. / Öyle uzak, acılı, ölüp gitmiş gibi sen. / Yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile. / Sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren.” Neruda’nın aşk sarkacı da inip çıkar, “sonsuz unutuş kırar” insanı. Son söz ümitsizce söylenir: “Ve ellerimde yalnız gölgenin ürperişi. / Âh, uzağa her şeyden. Âh, uzağa her şeyden. / Ey kimsesiz, yollara düşme saati şimdi!”
44) Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde - Abdülhak Şinasi Hisar
(Damıtılmış aşk)
Divan şiiri tepeden tırnağa aşktır. Bu geleneğin en güzel aşk dizelerini okumak içinse benzersiz yapıt var: Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde” adlı seçkisi. Hisar’ın seçkin beğenisinden süzülmüş, neredeyse bir aşk el kitabı. Ne unutulmaz dizeler vardır bu minik seçkide: “Biz âleme bir yâr içün âh itmeğe geldik” (Yenişehirli Avni) ya da “Gel, gel ki cümle savm-ü salâtın kazâsı var / Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok” (Nesimî) gibi. Aşkın her türlüsüne birer bölüm ayrılan kitapta, tüm dizelerin şairleri Bâki Efendi’nin tavrındadır: “Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız / Hükm-i kazâya zerre kadar yok inadımız”. Aşkı bir de, Nedim’den ‘son divan şairi’ Yahya Kemal’e kadar, eski şairlerden okumak iyi oluyor. (Divan şiiri denince; Necati Bey’in, bu seçkide yer almayan bir dizesi vardır ki, ciltlerce kitaba değer. Söylemeden geçmemiş olalım: “Ki hüsn sende garib oldu aşk bende garib”)
45) Belâ Çiçeği - Attilâ İlhan
(İkilem olarak aşk)
Böyle bir listeye Attilâ İlhan’dan kitap seçmek pek kolay değil. Bu kitap ‘Böyle Bir Sevmek’ olabileceği gibi, pekâla ‘Ayrılık Sevdaya Dahil’ de olabilirdi. Ama Bela Çiçeği’ni seçtik -aşkın o mâlum paradoksunu anlatan ‘Aysel Git Başımdan’ şiiri için: “aysel git başımdan ben sana göre değilim / ölümüm birden olacak seziyorum / hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim / aysel git başımdan istemiyorum / benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün / dağıtır gecelerim sarışınlığını / uykularımı uyusan nasıl korkarsın / hiçbir dakikamı yaşayamazsın / aysel git başımdan ben sana göre değilim / benim için kirletme aydınlığını” diye başlayan şiirin sonu yakıcıdır: “aysel git başımdan ben sana göre değilim / ölümüm birden olacak seziyorum / hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim / aysel git başımdan seni seviyorum”.
46) Günlerin Köpüğü - Boris Vian
(Gerçeküstü bir durum olarak aşk)
Tutkulu bir caz dinleyicisi olan Colin, bir gün Chloé (Yunancada ‘taze yeşillik’ anlamındadır bu sözcük) ile tanışınca ona şöyle der: “Sizi Duke Ellington mı düzenledi?” Bu naif soru, çağdaş aşk masallarının en güzellerinden olan Günlerin Köpüğü’nde anlatılanın nasıl bir şey olduğu hakkında iyi bir ipucu veriyor. Aslolan iki şey vardır Vian için: Aşk ve New Orleans’ın müziği. Plak, düşsel roman boyunca zihnimizde döner. Mutlu sonla bitmesini delicesine istediğimiz hikâye mutsuzlukla biter. Ama belki de, Colette’in dediği gibi, sonu acı bitse bile her aşk ayrı bir mutluluktur. Ve umulur ki bir gün Boris Vian’ın dediği olur: Sonunda kitleler haksız, bireyler haklı çıkar.
47) Sevda Sözleri - Cemal Süreya
(Aşk olarak aşk)
“Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti” dizesiyle anlatılabilir Cemal Süreya’nın aşkı: İronik, masum, bazen çaresiz. Sadece adından dolayı değil, Sevda Sözleri, aşkın türlü hallerini şiirin ustalığıyla kesiştirdiği için ayrıcalıklı bir yeri hak ediyor. Gündelik hayatın tam ortasında, Sevda Sözleri’nden iki dize masanıza düşebilir örneğin: “İki çay söylemiştik orda, biri açık / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.” Şu dizeler, “Kardeşim olan gözlerini unutmadım” ya da “Aşktın sen gidişinden bildim seni” nasıl unutulur? Ancak bir tanesi var ki, manifestodur: “Yalnız aşkı vardır aşkı olanın”.
48) Düş Kırgınları - Mehmet Eroğlu
(Vazgeçiş olarak aşk)
Ne yazık ki göğsümüzün sol tarafında kalb denilen bir et parçası taşırız ve gün gelir, şu derin ikilemden kaçamayız: Aşk mı, sevgi mi? Çağdaş edebiyatımızda bu sorunu en yüreklice tartışan, Düş Kırgınları’nın başkişisi Kuzey Erkil’dir. Sevgi esnek ve dayanıklıyken, aşk kırılgan mı gerçekten? Yoksa bu da mı bir yanılsama? Kuzey Erkil’in Şafak’a duyduğu iç burkucu aşk kadar, tartıştığı ikilemlerle de okuyanın unutamayacağı bir roman Düş Kırgınları. Aşkın niçin mutluluktan daha büyük, daha görkemli bir şey olduğunu kavramayı kolaylaştırıyor. Aşkın olduğu yerde erdemlerin bir hiç olduğunu anlamayı da… Acı son kaçınılmazsa Kuzey’in dediği geçerlidir: “Sevmek bazen de bırakmaktır.”
49) Şiirler - Rabindranath Tagore
(Kutsayıcı aşk)
“Yüreğim övünçle taşıyor sanki, şarkı söylememi buyurunca sen; yüzüne bakıyorum, yaşlar doluyor gözlerime. / Yaşamımda aykırı, yırtıcı ne varsa eriyip haklı bir düzene çevriliyor; denizin üstünden uçan mutlu bir kuş gibi kanat açıyor tapınışım. / Şarkı söylememden hoşlanıyorsun, biliyorum. Biliyorum, yapayalnız bir şarkıcı gibi çıkıyorum önüne. / Erişmeyi aklımdan bile geçirmediğim ayaklarına şarkımın kanat uçlarıyla dokunuyorum. / Şarkı söylemenin sarhoşluğuyla unutuyorum kendimi, efendim olan sana dostum diyorum.” “Kendi ayak izlerini bulacaksın benim şarkılarımda” Alabildiğine mistik, alabildiğine lirik…
50) Leyla ile Mecnun - Fuzûli
(Destan olarak aşk)
Aşkın sonsözü: Leylâ ile Mecnun. Aşkın ‘saf’ hali, edebiyat tarihinde hiçbir zaman, Fuzûlî’nin 1535 tarihli mesnevîsinde olduğu gibi anlatılamadı. Artık her âşık Mecnun’la kıyaslanır, her sevilen biraz Leylâ’dır. “Ya Rab bana cism ü cân gerekmez / Canânsız cihân gerekmez” diyenlerin aşkıdır bu. Mecâzî aşkı yudumlamak vardır, onu aşmak vardır, vefâ ile dünyayı yok saymak vardır bu hikayede. Mecnun, Leylâ’nın kabrini kucaklayıp öldükten sonra, iki âşık, aşk yoluna girip temiz kaldıkları için, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için (oysa ne zordur bu!) cennette buluşurlar. Söz biter. "
salah birsel'le huzne veda!
ah salah baba yoklugun ne kadar belliiymis hayatimda!
satirlarina kavusali kalkti etrafimdaki sis perdesi, nese isiklari aydinlatti dunyami...
der ki salah birsel:
"insanoglu graka, gruka huzun dikiyorsa, ondan hicbir sey beklenmez. gercek yazar, gercek sanatci yas-matem'in degil, sevincin ironinin, hophop duygunun, manolyanin, dugunciceginin divanina durur. yolu ustune cikar. hepten kasik calacaksa, gozlerinin ici gulen bahcelere atilir.
soylemeli ki, huzunseverler, huzuntaparlar, huzunperestler bulunmasi cok zor ayparcalarindan fersahlarca uzaktadir. yuruyusleri ise kozalak, kozalaktir. ciliz ve karakuru adimlar." 13 Kasım 1990 - Nezleli Karga
satirlarina kavusali kalkti etrafimdaki sis perdesi, nese isiklari aydinlatti dunyami...
der ki salah birsel:
"insanoglu graka, gruka huzun dikiyorsa, ondan hicbir sey beklenmez. gercek yazar, gercek sanatci yas-matem'in degil, sevincin ironinin, hophop duygunun, manolyanin, dugunciceginin divanina durur. yolu ustune cikar. hepten kasik calacaksa, gozlerinin ici gulen bahcelere atilir.
soylemeli ki, huzunseverler, huzuntaparlar, huzunperestler bulunmasi cok zor ayparcalarindan fersahlarca uzaktadir. yuruyusleri ise kozalak, kozalaktir. ciliz ve karakuru adimlar." 13 Kasım 1990 - Nezleli Karga
2 Ağustos 2008 Cumartesi
bulutlarin ustune cikmak
ne de guzel bir duygu!
ucmayi severim oldum olasi. son ucusum da cok zevkliydi.
henuz pilot koltuguna oturma zevkine erisemedim. olsun thy'nin yolcusu olmakta guzel.
[burada koseli bir parantez acmak ve sevgili havayolumuzun her daim meshur "huysuz" ve ustelik "tatli" dahi olma cabasinda olmayan yer ve hava personelinin suratsizligina veya sirke satan suratlarina ragmen ucmak guzel diyerek, ici basinc dolu bir teneke icinde ayaklarimin yerden kesilmesinin bana verdigi essiz mutlulugun cokluguna dikkat cekmek isterim.]
ucakta yerim pek tabii ki cam kenari, bu sefer gidis de donus de aydinlik saatlere ve guzel bir havaya denk geldigi icin bol bol beyaz bulutlari ve onlari arasindan kus bakisi manzarayi izleme firsatim oldu. ama ne keyif!
o sekilden sekile girmis pofuduk bulut kumecikleri okyanus uzerinde sonsuz adet beyaz pammu adaciklarini andiricasina ufuga dogru uzanmaktaydilar. kimi zaman ararlarindan, cogu kez ustlerinden gecerek girdikleri degisik bicimleri izlemenin keyifne doyum yok.
mavi gokyuzu ne kadar huzur vermekte insana.
peki ya yogun hava trafigine ne demeli? cesitli boylarda ucaklarin farli irtifalarda altinizdan gecislerine rastlamak heyecan verici.
ucmali ve bir gun pilot olarak bu keyfi tadmali !
ucmayi severim oldum olasi. son ucusum da cok zevkliydi.
henuz pilot koltuguna oturma zevkine erisemedim. olsun thy'nin yolcusu olmakta guzel.
[burada koseli bir parantez acmak ve sevgili havayolumuzun her daim meshur "huysuz" ve ustelik "tatli" dahi olma cabasinda olmayan yer ve hava personelinin suratsizligina veya sirke satan suratlarina ragmen ucmak guzel diyerek, ici basinc dolu bir teneke icinde ayaklarimin yerden kesilmesinin bana verdigi essiz mutlulugun cokluguna dikkat cekmek isterim.]
ucakta yerim pek tabii ki cam kenari, bu sefer gidis de donus de aydinlik saatlere ve guzel bir havaya denk geldigi icin bol bol beyaz bulutlari ve onlari arasindan kus bakisi manzarayi izleme firsatim oldu. ama ne keyif!
o sekilden sekile girmis pofuduk bulut kumecikleri okyanus uzerinde sonsuz adet beyaz pammu adaciklarini andiricasina ufuga dogru uzanmaktaydilar. kimi zaman ararlarindan, cogu kez ustlerinden gecerek girdikleri degisik bicimleri izlemenin keyifne doyum yok.
mavi gokyuzu ne kadar huzur vermekte insana.
peki ya yogun hava trafigine ne demeli? cesitli boylarda ucaklarin farli irtifalarda altinizdan gecislerine rastlamak heyecan verici.
ucmali ve bir gun pilot olarak bu keyfi tadmali !
1 Ağustos 2008 Cuma
terketmedi sevdan beni
terketmedi sevdan beni
ac kaldim, sussuz kaldim
hayin, karanlikdi gece
can garip, can suskun
can paramparca...
ve ellerim, kelepcede
tutunsuz uykusuz kaldim
terketmedi sevdan beni...
Ahmet Arif
ac kaldim, sussuz kaldim
hayin, karanlikdi gece
can garip, can suskun
can paramparca...
ve ellerim, kelepcede
tutunsuz uykusuz kaldim
terketmedi sevdan beni...
Ahmet Arif
tuy gibi hafif
bembeyaz kucuk, tombul kivrik bir kus tuyu.
hafif cok hafif.
oyle ki eger ucuverirse elinden hafifi bir ruzgarla goge dogru cikar yola.
dans ede ede devam eder biraz asagi biraz daha yukari...
ufukta kaybolana dek.
hafif cok hafif.
oyle ki eger ucuverirse elinden hafifi bir ruzgarla goge dogru cikar yola.
dans ede ede devam eder biraz asagi biraz daha yukari...
ufukta kaybolana dek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)