29 Ekim 2008 Çarşamba

Gönül

Bunca yıl herkesten kaçtın
En sonunda buldum sandın
Ansızın içini açtın
Yapma dedim yaptın gönül

Gözleri senden uzaktı
Fark edilmez bir tuzaktı
Sana böylesi yasaktı
Yapma dedim yaptın gönül

O bir yolcu sen bir hancı
Gördüğün en son yalancı
İçinde ki serin sancı
Gitmez dedim kaldı gönül

Sen istedin ben dinledim
Senden ayrı olmaz dedim
En sonunda bende sevdim
Şimdi beni kurtar gönül

Gözlerin bakar da görmez
Ellerin tutar da bilmez
Gece gündüz fark edilmez
Demedim mi sana gönül

Sabahın tam üçündesin
Dertlerin en gücündesin
Hala onun peşindesin
Gitme dedim gittin gönül

Böylesi sevdiğin için
Bir kördüğüm oldu için
Ağlıyorsun için için
Demedim mi sana gönül

Sen istedin ben dinledim
Senden ayrı olmaz dedim
En sonun da bende sevdim
Şimdi beni kurtar gönül

Fikret Kızılok

28 Ekim 2008 Salı

"aşk, kalbe iyi gelen endorfin hormonunun salınımını artırır."
bu neden bagimli oldugumu iyi acikliyor :)

kara gecelerdeki dostum

her aksam eve donerken indigim durakta beni karsilayip yol boyunca pesim sira pit pit gelen kara yoldasima alismam zaman aldi.
e ne de olsa kopeklerden cekindigimi saklamayan ben bu sokak kopegiyle samimiyet kurma konusunda bir caba gostermedigimi de rahatlikla itiraf ederim. ama zeytin dostum karsilik beklemden yardima hazir, belki tum beklentisi biiraz ilgi, onunla azicik oyun oynayabilecek biri.
benim tum yapabildigim ise sessiz, kibar bir "hist"ten ibaret. yavrum benim o da ikiletmeden oylece sessizce durup bakar, birakir takip etmeyi.
ise bak ki ben de ona alistim. daha dun indim otobusten baktim kimsecikler yok durakta, sonra aniden bir yerlerden de cikip gelmedi. merak ettim n'oldu bizimkine diye. bir de baktim ki ileride yeni acilan pastanenin onunde kivrilip yatmis, yorgun ve islak. canim iki gundur araliksiz yagan yagmurdan bitap kalivermis, kafasini bile kaldirmadi. parmaklarimin ucuna basa basa gectim yanindan.
sokakta sahipsiz kopek gorunce onlardan korunmak icin dular okuyan ben, bu sefer sokagin sartlarindan korunsun diye sevgili dostum dua ettim.
bir gazete "yuzde kac insansiniz" diye bir tartisma konusu acmis. gunumuz dunyasinda "insan gibi insan" bulmak zor, hem de cok zor. yalniz "su kopek kadar insan" olamamis o kadar cok iki ayakli etrafta dolanirken insanin icindeki kacip gitme duygusu yine dolup tasiyor.
ama kendime sormadan edemiyorum. nereye kaciyorsun? degil mi ki iki adim otesine yolculuk ederken bile hazirlik yapmadan, bavulu gerekli gereksiz doldurmadan yapamayan sen nasil ve nereye kaciyorsun? itiraf et, hic hazirlik yapmadan gercekten kacmak mi istiyorsun???

22 Ekim 2008 Çarşamba

ölürsem yazıktır

ölürsem yazıktır sana kanmadan,
kollarım boynunda halkalanmadan,
bir günüm geçmiyor seni anmadan,
derdine katlandım hiç usanmadan,
diyorlar : "kül olmaz ateş yanmadan ,
denizler durulmaz dalgalanmadan ! "
saadet benziyor boş bir seraba,
düşüyor her seven gönül azaba.
gelmiyor çekilen dertler hesaba,
diyorum: "sebep ne bu ızdıraba? "
diyorlar: " kül olmaz ateş yanmadan,
denizler durulmaz dalgalanmadan
Orhan Seyfi Orhon

21 Ekim 2008 Salı

Ingeborg Bachmann'dan...

“Yazar, acıyı somutluğuyla benimsemek ve görebilelim diye bir kez daha somutlaştırmak zorundadır. Çünkü hepimizin isteği görebilen kişiler olabilmektir.”
Ingeborg Bachmann

İNSANSIZ

Bulutlardan örülü ilençli bir saray,
içinde sürüklendiğimiz...
Belki kaç gökyüzünden geçmişizdir
böyle donuk gözlerle, kimbilir...
Yani bizler, zaman sürgünleri ve
topraklarından kovulmuş, bizler
yersiz yurtsuz gece uçucuları.

Tanrının da yanından geçtik belki,
ve köpüklerle uçtuğumuzdan, görmeksizin
ve sürdürdüğümüzden tohum saçmayı, daha
nice karanlık kuşaklarla yaşayalım diye,
suçlu gibiyizdir şimdi, kim bilir?

Belki yıllar var ki ölmekteyiz.
Sürekli yükselmekte bulutlarımız.
İncelen havada ellerimiz şimdiden yitik,
ya artık sesimiz ve soluğumuz da kesildiğinde,
son anlarımıza mı kalacak ilençler?

GİDİYORUZ,
TOZLANMIŞ YÜREKLERİMİZLE


Gidiyoruz, tozlanmış yüreklerimizle,
ve çoktandır sertleşmiş artık yitirilenlerle,
Salt bizi duymamak değil onlarınki, sağırlaşmışlar
tozlanmış iniltilerimiz için yakınamayacak kadar.

Şarkı söylüyoruz, ezgi yüreğimizde,
Daha hiç duyulmamış ordan çıkabildiği.
Ama bilen var bir gerçeği:
Tutan olmamıştı bizi kalalım diye.

Duruyoruz. Kesiyoruz ağırdan yürümeyi.
Varmak istediğimiz son da bozulacak yoksa.
Yaradana çeviriyoruz gözlerimizi:
Değeriz artık bir veda şarkısına!

BU TUFANDAN SONRA

Bu tufandan sonra isterim ki
yalnızca güvercin,
ama bir tek güvercin
kurtulsun bir kez daha.

Boğulurum çünkü bu denizde,
uçup gitmese güvercin
ve getirmese son anda
o yaprağı.

“Geçmişin acılarını gömmek değil yaşamak gerek; bütün acıları yaşayarak tüketmek gerek! Sanatçılara düşüyor bu iş; çünkü ötekiler zaman bulamıyor bunu yapmaya. Ülkelerinde oturup, olayların akışını planlamakla uğraşanlar buna zaman bulamıyorlar, gerçekten çağdışı olanlar da bunlar, çünkü hepsi dilsiz. Her çağda, bu dilsizler yönetimi devralmışlardır.”
“İnsanoğlu gerçeği taşıyabilecek güçtedir. Acıyı yadsımak, acının izlerini silmek, yeryüzünde böyle birşey yokmuş gibi davranmak, yazarın görevi olamaz.."
“Değiştirmek isteyen yazar, bu isteğini ne ölçüde gerçekleştirebilir. Bu konuda ne kadar özgürdür. Sorun bu.. Yazar ancak çağımızda belirginleşmiş bir dramı yaşamakta: Bakışlarını tüm insanlığın ve yeryüzünün mutsuzluğuna çevirme zorunluğu duyduğundan, sanki yaratmak istediği etkiyi yaratamıyor. Mutsuzluğu, felaketi bir bütün olarak ele aldığından tek tek değiştirebileceklerini de dokunmadan bırakmak hakkını sanki kendinde buluyor."
“ Gerek bu kitapta, gerekse sonraki kitaplarda savaş üzerine bir şeyler yazmak istemiyordum. Çünkü bunu yapmak çok basit, benim için aşırı basit olan bir şey. Savaş üzerine herkes bir şeyler yazabilir ve savaş her zaman korkunçtur. Ama barış üzerine bir şeyler yazmak, yani bizim barış dediğimiz şey üzerine, gerçekte bu savaştır.. Gerçek savaş, her zaman adı barış olan savaşın patlamasıyla doğar.”

YABANCILAŞMA

Ağaçlar yitirmişler artık ağaçlıklarını gözümde
Dallara rüzgârda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte
Yemişler tatlı, ama sevgi yoksulu
Bir susuzluğu bile gideremiyorlar.
Ne olacak şimdi?
Gözlerimin önünde kaçmakta orman,
Kulaklarımdaki kuşlar sessizliğe gömülmüş,
Kalmamışbende döşeklik edebilecek bir çayır.
Bıkmışım artık zamandan,
Ve zamanın açlığı içimde.
Ne olacak şimdi?

Ateşler yanacak gece bastığında dağlarda.
Yoksa davranıp yine koşmalı mı oralara?

Yollar yitirmişler artık yolluklarını gözümde.

(Ahmet Cemal’in çevirisiyle)
ENTFREMDUNG
Metis Yayınları'nca çıkarılan "Bu Tufandan Sonra"
http://www.karakutu.com/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=5883&postdays=0&postorder=asc&start=15
http://kanatritimleri.blogspot.com/2008/09/insanolu-gerei-tayabilecek-gtedir.html

hubris

"Hubris refers to an exaggerated pride or self-confidence that turns into arrogance. It results from excessive admiration of oneself, a series of previous successes, uncritical acceptance of accolades and a belief that one is exempt from the rules. In the end, hubris is eventually rewarded with disaster and comeuppance."

sevmek

kar taneleri arasında
saçaklar altına sığınmış
göçmen kuşun
düşen beyaz tüyünü de
görebilmek

işte
sevmek

Sunay Akın

20 Ekim 2008 Pazartesi

bir cuval tuval!

evet itiraf ediyorum para insani mutlu eder.
nasil ki eve kucaklar dolusu kitap aldigimda mutlu oluyorum simdi de az buz degil tam bir cuval dolusu -kucuk ama sirin- tuval ayaklarimi yerden kesti. tuval, yani Üzerine resim yapılan, gerdirilmiş keten, kenevir veya pamuklu kaba kumaş, bir insani nasil mutlu eder diye sormayin lutfen. bu ancak yasanasi bir duygu. tuvallerim ustelik gayet ekonomik, oturdugum bolgede fiyatlari bunun neredeyse uc kati. tahtasi gayet iyi, arkasinda destegi yok ama baglantilar duzgun. hem kuzuk oldugu icin destek sart degil. kumas arkaya kivrilmamis ama iyi gerdirilmis, yuzeyi cok puruzlu degil ki bu benim su anki calisma tarzim icin avantaj. bir de kendilerine ozgu bir kokulari var. sanirim kumastan gelen bir koku.
yeni bir cift kirmizi rugan ayakkabi alinan cocuk nasil onlari bas ucuna koyarark uyursa ben de oyle yaptim, kokularini teneffus ede ede uykuya daldim.
ben bundan daha mutlu edecek sey ise tabii ki bunlarin uzerlerine kafamdaki goruntuleri gerceklemek ve koca bir sergi salonunun beyaz duvarlarinda dizi dizi dizmek. iste kaba kumasi yapittan ayiran fark bu aradaki emek. ah hayat bana daha cok zaman tanimalisin gunde 24 saat haftada 2 gunluk tatil hayallerimi gerceklestirmeye yetmemekte :)

Macera

Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yârdan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.

Orhan Veli

Fazıl Hüsnü Dağlarca gokyuzune uzandi...

Dal
Dağ uzanır gökyüzüne,
Ölüler karanlığa uzanır.
Nerelerden nerelere varır yaşamak,
Acıdan, iğde sarılığından, düşünüden uzanır.
Sever misin, öpüler ardı boş,
İşte biraktığı güzelin, bir çirkin uzanır.
Yankılar, gezegenlerden ağrı gelip gider,
Başı kopmuş gök mamurlarıindan bir uzanır.
Uzandığımız, belki de bu gece, belki de bu yatakta
En bilinmeze uzanır.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Söyle sevda içinde türkümüzü
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan, dallarla, budaklarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

19 Ekim 2008 Pazar

"Sabah ezgileri neleri taşıdı kulağına? Neler işlenir hatıraların yaprağına. Bir yazan bilir bir de yazdıran"
leyladan gecme faslindayim....

bir yumak

uzuntu, bir avuc dolusu gozyasi....
titreyen eller, kirmizi gozler, kendine guveni yikilmis bir birey...
her gun bunlari yasamaya doymak bilmeyen bir garip.
ey garip! dinle beni, aklini devsir iyi dinle....
sen buraya daha iyi ne yaparsin onu gormeye geldin.
zirildayip vizildamaya degil.
aklini basina devsir ve isine yogunlas...
hatirla hayat neye yonlenirsen oraya gider.
ufak tefek islere takilip kendini yipratmak luksun yok garibim.

aslina bakarsan artik katledilecek bir sey olsun istemiyorsan, olmasina da izin vermeyeceksin, elinden geldigince.
katliamlara sahit olmak zor ne de olsa
ve korkarim bulmaca cozmekten cabuk yoruldum, anlamlarini bilmeyen aciga vuramayan bulmacalar...

18 Ekim 2008 Cumartesi

Ask-i virane

Rafet el Roman
Aşk bir kalbin içinde aglıyor aşk
sızım sızım sızlatıyor ellerinden kaçılmıyor
virane ettin bıraktın aşk

unutmalı artık bir anlamı yok
sevmeyi bilmeyen birini anlamak ne zor
sensizliği kabul eden bir kalp mutlu olmazsın
bu katlanılmaz gururlarla sende başa çıkamassın
giden o olsun terkedende
artık zaman hakikatle yüzleşmekte

Aşk bir kalbin içinde aglıyor aşk
sızım sızım sızlatıyor ellerinden kaçılmıyor
virane ettin bıraktın aşk

Aşk bir kalbin içinde aglıyor aşk
sızım sızım sızlatıyor ellerinden kaçılmıyor
virane ettin bıraktın aşk

17 Ekim 2008 Cuma

kirmizi pazartesi

"Aşk avına çıkmak, şahinle avlanmak gibir." GIL VICENTE

"Santiago Nasar, onu öldürecekeri gün, psikoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah 5:30'da kalmıştı."

Gabrial Garcia Marquez'in bu cümleyle başlayan carpici romanindan Macit Koper'in sahneye uyarladigi oyun carpiciligini korumus. Bu kadar etkili bir eserden yola cikarak ise baslamak tabii ki romanin golgesinde kalma gibi riskler tasimakta. Iyi ki bunlar Koper'i vazgecirmemis. Cunku oyun eserden son derece iyi beslenirken oyuncularin da katkisiyla akiciligini ve teatralligini cok basarili harmanlamis.
Oyunun bir baska etkileyici yonu ise "ilkelligin" ne kadar evrensel ve zaman tanimaz oldugunu tum cipakligiyle sergilemesi. Oyle ki anlamadan, dilemeden, insafa gelmeden, merhaöet nedir bilmeden katledebilmek ne kadar kolay! Ustelik istemeden! Bir insani oldurmesi mumkun dahi gorulmeyen kisileri toplumun hep beraber el ele muhtesem bir ittifakla nasil katile cevirebilecegini de sergiliyor oyun.
Boylece bizlere bir cok duyguyu ayni anda yasatan ama ders verme didaktikligine gitmeyen, hikayenin sir perdesini tamamen acmayan, her baharati tadinda bir oyun.
Baris Dincel'in zengin sahne tasarimini belirtmeden gecmek olmaz.
Ozetle muhtesem kurgu, muhtesem oyunculuk, muhtesem sahne.

Sahnelendiği Yer : K.HALDUN TANER.
Seans : 15 Ekim 2008 Çarşamba, Saat 15:00
Yazan : GABRIEL GARCIA MARQUEZ
Yöneten : MACIT KOPER
Çeviren : İNCI KUT
Oynayanlar : ASLIHAN KANDEMIR , BAHTİYAR ENGİN , BERNA OĞUZUTKU DEMIRER , BİNNUR ŞERBETÇİOĞLU , BURAK DAVUTOĞLU , CANER CANDARLI , ÇAĞLAR YİĞİTOĞULLARI , ESRA EDE , KUTAY KIRŞEHIRLIOĞLU , MAHPERI MERTOĞLU , MERIÇ BENLIOĞLU , MURAT COŞKUNER , MURAT GARIPAĞAOĞLU , MURAT TAŞKENT , RADIFE BALTAOĞLU , ROZET HUBEŞ , SEDA FETTAHOĞLU , SELIM CAN YALÇIN , SEMAH TUĞSEL , SÜKAN KAHRAMAN , YAVUZ ŞEKER , ZÜMRÜT ERKIN
Sahne Tasarımı : BARıŞ DİNÇEL
Kostüm Tasarımı : NIHAL KAPLANGI
Işık Tasarımı : F. KEMAL YİĞİTCAN
Müzik Yönetmeni : KOREOGRAF : HANDAN ERGİYDİREN
Yönetmen Yardımcısı : AHMET HÜN - SEMAH TUĞSEL- ESRA EDE- GÜN KOPER
Asistan :
Dekor Asistanı :
KONU : SANTIAGO NASAR O GÜN BEYAZ GIYSILERLE BEYAZ YATAĞıNDAN KALKTıĞıNDA, BIR CINAYETE KURBAN GIDECEĞINI KENDISI DıŞıNDA HERKES BILMEKTEDIR. ÇÜNKÜ BIR ÖNCEKI GECE, O KASABADA KABUL EDILEMEZ BIR ŞEY OLMUŞ, KASABANıN YENI SAKINI BAYARDO SAN ROMAN GÖZÜNE KESTIRDIĞI VE EVLENMEK IÇIN HER TÜRLÜ MADDI MANEVI ZENGINLIĞINI ÖNE SERDIĞI ANGELA VICARIO ILE EVLENINCE GERDEK GECESI KıZıN KıZ OLMADıĞıNı ANLAMıŞTıR. KıZ CAN HAVLIYLE �NASAR� DEMIŞTIR. TıPKı BIR KARABASAN GIBI TOPLUMUN ÜZERINE ABANAN VE GELMEKTE OLAN BIR CINAYETI BILE �SıRADAN�LAŞTıRAN RUH HALI, ÖNLEM ALMAKTA GECIKTIRIR.
kanimin son damlasini da ictigine emin olmadan yakami birakmayacak bir suluk gibi yapisti kaldi...

12 Ekim 2008 Pazar

break break

bir haftasonu daha alelacele geciverdi ama nefes aldim biraz.
oh be hayat varmis meger. :)

11 Ekim 2008 Cumartesi

olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

saltanat didükleri ancak cihân gavgâsıdır
olmaya baht u saadet dünya da vahdet gibi

ko bu ıyş u işreti çün kim fenâ dur âkıbet
yâr-ı bâki ister isen olmaya tâat gibi

olsa kumlar sagışınca ömrüne hadd ü aded
gelmeye bu şîşe-i çarh içre bir sâat gibi

ger huzur itmek dilersen ey muhibbî fâriğ ol
olmaya vahdet cihanda kûşe-i uzlet gibi...

7 Ekim 2008 Salı

s.o.s.

ruyada gibiyim. yavas cekime alinmis bir garip ruya. her sey bir sis bulutunun altinda ve o kadar yavas o kadar yavas ki sanki hicbirsey yapmiyorum.
sol elim kasiniyor, ici degil, ustu bas parmagimla isaret parmagim arasindaki kisim. hem de nasil. sonra bundan da ilginci; yeme istegim surekli bir seyler yemek istiyorum. cenem bos durunca kendimi tuhaf hissediyorum. garip bir hirs, sonuclari tahmin edilebilir. care olarak sakiz cigniyorum cunku bun yapmazsan hic doymak bilmeyen yeme istegim yuzunden bir davula donebilirim. konu midemle alakali o ne gurulduyor ne de tokluk hissi var. o saskin sadece neyse sakizlar sagolsun. hem bu sigara icmekten daha masum bir problem.
konusuyorum duyulmuyor oysa fisildasam butun kulaklar pence kesilip yakalayacaklar nefesimi. sonra sesler kulagima artarak geliyor, yukseliyorlar, her birini ayri ayri duyuyorum ustelik, sonra kulaklari cinlatan cep telefonu sesi. bunun oz turkcesi balatalari siyirmak olsa gerek.
simdi anliyor musun neden bu kadar cok cekip gitmek istiyorum...

6 Ekim 2008 Pazartesi

5 Ekim 2008 Pazar

kesmekes

- toparlandin mi?
- bilmem, dagilmis miydim?
- hem de nasil!
- sahi :) olsuun ben boyle daginikta idare ederim.

yazdikca

ne yani yazmadan yasayabilecegimi mi sandin?
guldurme beni, sanki hic tanimiyorsun. sadece sandiklara sakladim sonra bir bilet aldim kalkan ilk uzay gemisinden mavi gezegene postaladim.
denize birakilan siselerdeki mektuplar gibi ya kaybolup yitecekler ya da vurduklari sahilde rastgele birine tesaduf edecekler.
her durum bir adrese yazmaktan yeg idi. gondermeye cesaret edebilecegim kimse kalmadi bu dunyada. sanirim sevgim oyle fazlaki kimseye kiyamadim. bu boluk porcuk satirlarla endise vermek yerine, isimsiz sahipsiz dolayisiyla tepkisiz tek tarafli cevap beklenmeyen yakarislarla yetindim.
kimin sirtin yukleyebilirdim ki kafamdaki onca cevapsiz soruyu. ama sormadan sorgulamadan da duramadim.
hicbir zaman iyi bir gunluk yazari olmadigimi itiraf ediyorum. son aldigim gunluge bile birinin bir gun -ozellikle de beni seven birinin- okumasi endisesi ile icimi rahat rahat dokemedim. kim bilir simdi kendisi nerede anahtari nerededir? oyle bir savurdum ki ben bile bulamayayim :)
burasi da bir gunluk degil olmadi, olamadi. olsun varsin benim icin bir derkenar, hayatin kosesine dusulmus notlar yumagi.
o yuzden sirasinin, nasilin, nicinin onemi yok, kimdi, hangisiydi diye kurcalamanin hele hic anlami yok. ne mutlu teknoloji biz diledigince not alip, oylece siber uzada dolasima salmaya imkan taniyor. tabii iyi yani oldugu gibi ipini koparini da mevcuttur mutlaka. yine de biz ise iyi tarafindan bakalim.
yazmak insani biraz daha ozgurlestiriyor ne de olsa...

Afilli Yalnızlık

Emre Aydın

Ölsem ölsem ölsem
Hemen şimdi

Kaçsam gitsem
kaçsam tamda şimdi

Bu kez pek bir afilli yalnızlık
Aldatan bir kadın kadar düşman
Ağzı bozuk üstelik
Bırakmıyor acıtmadan!

Bu kez pek bi afilli yalnızlık
Ağlayan bir kadın kadar düşman
Tuzaklar kurmuş üstelik..

Bırakmıyor acıtmadan..

Bitiyorum her nefeste
Ne halim varsa gördüm
Çok koştum çok yoruldum
Ve şimdi bende düştüm

Sövdüm,sövdüm,sövdüm
Ben dünyaya..

Acılara
sokaklara ait olmayan insanlara…


Bu kez pek bi afilli yalnızlık
Aldatan bir kadın kadar düşman
Ağzı bozuk üstelik
Bırakmıyor acıtmadan..

Bu kez pek bi afilli yalnızlık
Ağlayan bir kadın kadar düşman
Tuzaklar kurmuş üstelik..

Bırakmıyor acıtmadan..!

Bitiyorum her nefeste
Ne halim varsa gördüm
Çok koştum çok yoruldum
Ve şimdi bende düştüm

Değmezmiş hiç
Uğrasmaya
Bu kez mecalim yok hiç dayanmaya
Dayanmaya..

bayram gibi bayram

simdi musadenizle nefes alabildigim tek mekan olan mavi gezegende son bayramin tatli rayihasindan dem vurmak isterim.
ilk gun buyuklerin elini opme gunudur. kiris kiris yanaklari olan pamuk bir nineniz/dedeniz varsa kiymetini iyi bilin. yaslilar az bulunan degerli mucevherler gibidirlerve her an yitip gidebilecek olduklarini dusunuce kiymet bilme konusunda atak ve comert olmanin gerekli oldugu su goturmez bir gercektir. onlari mutlu etmek kolaydir, saygi kokan bolca sevgi. onlara sarilabilecek kadar yakin olmak ise bir ayrilacaktir. ninelerin ve dedelerin kiymetini bilmek gerek.
sonra gelen misafirler. bol cikolata, kahve ikramlari. en sevdigim misafirler nasil kahve istediklerini sordugumda itirazsiz tercihini soyleyenlerdir. bayramda en buyuk zevkim taptaze cekilmis kahve alip yapmak oldugundan buna sasmamak gerek. kahve kokusunun ustene var mi hem :)
sonra bayram ikramlari. zordur hazirlamasi, cunku taptaze olmalilar ama misafir ne an gelecegi mechuldur. hem tatli hem de illa ki tuzlu olmalidir. cunku misafirler cogu kez tatli yemekten bayilmak uzeredirler. hem de en zoru gelen misafirin tok olmasi ihtimalidir. bazen de gidecekleri kapilari yetistirme telasiyla ogle ogununu atlayan misafirler olabilir, onlar icinde sofra kurmaya hazirlikli olmak gerekir. bayramin vazgecilmezi olan baklavayi usta ellere birakip hazir almayi yeglemekteyim. bir kere -daha henuz ortaokuldaydim sanirim- yapmayi denemistim, gelenlerde evde yapildigi icin yemislerdi sagolsunlar. sms rahmetli anneannemin cabalari olmasiydi misafirler bu kadar memnun olmazlardi, ustelik de cok zahmeti. hele benim gibi hamur acma konusunda tecrubesizseniz :)
yaninda hafif bir pasta yapmakta fayda var. cocuklar ozellikle bayiliyor buna. soyle arasina hem taze hem kuru meyveler ve bol dovulmus findik, ustune kakolu haifif bir krema olursa degmeyin keyiflerine. tuzlulara gelince sicak sicak borek ve illa ki bir zeytinyagli. tabii ki sarma favorimiz. bir de bizdeki uzeri uzumlu ve nohutlu pilav gelengi vardir ki, ozellikle ogun atlayan konuklar icin iyi bir ikramdir, bilemeyenler icinse farkli bir lezzet. eger cok halim ve vaktim varsa ev yapimii cezeryelerden de yaparim, onlarinda fanatikleri mevcut -basta ben olmak uzere :) -.
tabi menunun olmazsa olmazi iyi demlenmis bir caydir. bergamut aromali, tavsan kani ve mutlaka yeni ocaga konmus. siyah cay tuketmeyi tercih etmeyenler icin hazirda bitkisel cay bulundurmak da onemli bir detay. burada yeni ve yine ilgi cekici bir alternatif: gul cayi. kurutulmus kucucuk guk goncalarinin kaynar su dolu bir fincan az bir sure demlenmesi ile yapilan son derece hafif ve rahatlatici bir cay. ve tabii cocuklar icin meyve suyu ama benim son bir kac kez yaptigim gibi karisik olanlardan tercih etmeyin. ozellikle saglikli olsun diye nar-portakal gibi enteresan karisimlara hic yaklasmayin, icilmesi zor tatlarla karsilasmak yuksek olasilik. en iyi klasik tatlar. eh menu tamam gibi, aninda bol bol hos sohbet tabii :)
bayram sabahlarindan birini de mezar ziyaretine ayirmak gerek. oranin atmosferi bambaska, hele de sevdiklerinizden, buyuklerinizden obur aleme gocemn varsa.
sanirim kalabaliklar icinde yalnizligi cogumuz bir kere yasamistir. en azindan istiklalde tek basiniza dolasirken once farkli insan arasinda, o kesmekes ve kalabilk icinde ha varsiniz ha yoksunuzdur. belki yaninizdan az once gecenler sizi gormemistir bile veya aninda unutlmussunuzdur. herhangi bir kalabilik mekanda dusuncelere daldiginiz anda aslinda yapayanlizsinizdir.
mezardaki duygu ise bunun tam tersi, tenhadir, bir iki kisi gitmissinizdir ama o kimsesiz mekanda aslinda kalabalik icindesinizdir. nereye selam etseniz alacak biri vardir. ne de cok hikaye yan yana yatmakatadir. her birinin ne de cok seveni vardir. her biri bir avıc dua beklemektedir. yalnizkken kalabalik icinde olamkdir bir nevi. eninde sonunda hepimiz bir gun varacagi bu son mekani yilda iki kere ziyaret etmek cok olmasa gerek.
ve onca telas ardindan her bayramin bir son gecesi vardir. telasla son ziyareterin yapildigi, kapilarin bir ihtimal tiklatildigi. bayram uzun zamandiir gormedigimiz dost ve akrabalari gormenin, en azindan seslerini duyup haberlesmenin, sın havadisleri almanin, cocuklarin ne kadar da cabuk buyudugunu gorup hayret etmenin, el opmenin, bol bol tatli yemenin ve daha bir cok guzel aninin tatligi ile yuzumuze bir tebessum birkarak usulca biter.
oyle ise bu esi bulunmaz zamanlari iyi degerlendirmeyi temenni ederek bu vesile ile gecmis bayraminizi da kutlarim.
nice bayram gibi bayramlara...

günbatımına gitmek

O mavinin her tonu
Yavaş yavaş karışır kızıla
Güneşin solgun kollarına

Hüzünlüdür
İçini burkar
Gözyaşlarını çeker pınarlara

yoksa kokusu burnunda
başını dayamamışsa omzuna
ellerin cebindedir

yalnızlık yapışmıştır yakana
aklının bir köşesinde hep gitmek
bırakıp hiçbirşeyi
ne pahasına olursa olsun gitmek
günbatımına gitmek

güneşe yoldaş olup batmak
batıp dünyanın öbür tarafına doğmak

M.MirkelaM

04/10/2008, İstanbul

2 Ekim 2008 Perşembe

İlim ilim bilmektir

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yere yelmektir

Dört kitabın manasın
Bellidir bir elifde
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yigirmi dokuz hece
Okusan ucdan uca
Sen elif dersin hoca
Manası ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice
Bir gönüle girmektir

Kaynak: Yunus Emre