29 Temmuz 2008 Salı

cok sukur...

ne kadar sukretsek az.
saglik basta olmak uzere hayatimizda o kadar cok guzellik var ki...
aldigimiz her nefes icin sukurler olsun, kumlar, kar tanleri, yagmur damlalari, yildizlar, evrendeki atomlar adedeince...

28 Temmuz 2008 Pazartesi

odunc kitaplar

unutun onlari...
nereden geldi aklima bilmem. odamda kutuphaneme karsi uzanip bakaren esmis olsa gerek. hayattan edindigim su onemli dersi paylasmak istedim:
efendim kitap okumayi sevenlerden misiniz, kitaplariniz ve kitap sever dostlariniz mi var?
belki farkli tecrubleri olanlar vardir amma velakin benim edindigim aci deneyimlere deginmeyi vazife biliyorum. eger bazilarinin kismetine engel olduysam affola.
ben kitap severim, oyle severim ki, yanimda kitap olmadiginda eksikllik bosluk hissederim.
bunu yaninda kitaplarimin sayfalarini kivirmamaya ustlerine bir seyler dokulup kirlenmemelerine itina ederim ama acikcasi alindigi gibi yepyeni duran kitap da makbul degildir. cunku kenarlarina notlar alarak, satirlarin altini cizerek, paragraflarin uclarina yildizlar kondurarak okumak ayri bir zevktir benim icin. sahaflardan alinmis veya eski baski, yapraklari sari ve yipranmis kitaplari da severim. yerleri baskadir.
simdi gelelim hayat dersine, arkadaslarimdan alip da geri iade etmedigim odunc bir kitap hatirlamamakla beraber, okunup geri verilmek uzerine birine odunc verdigim kitaplardan doneni de hatirlamiyorum. bu ne yaman celiskidir dostlar!
elbet kitap paylasmak guzeldir. birilerinin daha kutuphanede yalniz basina oturup bunalan kitaplara eslik edip onlarin yol arkdasi olmasi gibisi var mi? ama bunun bedeli odunc verilip hic donmeyen kitaplar mi olmali!?
oyleyse siz siz olun, eger bir kitabinizin kutuphanizde kapladigi hacmin sizin icin bir degeri varsa, eger dilediginiz zaman veya hic planlanmamisken bir anda o kitaba tekrar donup, o sayfalar arasinda gezinmenin zevkinden feragat etmeye razi degilseniz kitaplarinizi odunc vermeyiniz!
odunc kitaplar icin cunku en iyi ilac unutmaktir ve eger olur da donerlerse beklenmedik bir sevinc.
o yuzden doslarim, arkadaslarim ve dahi kitaplarim mazur gorunuz beni, evet belki cok bencilce ama kusuruma bakmayin ve benden odunc kitap istemeyin!
kitpa aliniz hem yazarina hem o kitaba emegi gecenlere hem ulkenin kitap okuma istatisklerine katkiniz olur.
ya da kutuphanlerden odunc aliniz, hem onlar kitaplarini geri alma konusunda tavisizlerdir, hem bir kutuphaneye bir kitap almaya girer, umuladik bir heyecanla hic hespta olmayan kitaplarla karsilasirsiniz. eger kitap koyacak yeriniz veya paraniz yoksa en iyi cozzumdur bu.
zamaninda kutuphanelerin iyi bir ziyaretcisi olarak soyluyorum. hem kutuphaneden alinan kitabi okumanin zevki baskadir. kim bilir hangi gozler ustunden gecmistir bu satirlarin, neler dusunmustur. evet not alamazsin ustune ama olsun. kutuphanede gezinmenin kitap havasi solumanin ve belki baska bir yerde asla rastlayamayacaginiz kitaplari almanin tadi bambaskadir, her seye deger. simdilerde zamanin kitligi bahanesiyle mahrumum bu zevkten. oysa universitenin ilk yillarinda -henuz dijital sisteme gecilmemisti-, odunc alinan kitaplarin arkasinda isim ve ogrenci numarasinin tutuldugu kucuk listeler olurdu. sizden once kitaplari kimler okumus, ne zaman okumus, o kitap ne zamandir rafinda beklermis gorurdunuz. hatta bir arkadaslarla rastlasilirdi. bir keresinde edebiyat fakultesinden bir arkadas dersi icin aldigi siir antolojisinin arkasinda benim ismimi gorunce cok sasirmis, bana anlatmisti.
e bir aralar siir okumaya ne cok firsatim olmus. oyle ki simdi fark ediyorum, kitpa kitap eski ve yeni saileri kovaladigim o gunlerden bir sure sonra kendimde bir avuc siir yazmaya kalkmistim :)
iste siir ve sair anlayisimi en iyi sekilde ifade eden misralar:
~~~~~~~~~~~

şiir

kelimeler
yalın ve sade
bir bir tek tek
gelin ustume

~~~~~~~~~~~

şair

bir gün sen de şiir yazarsın
kanadı kırık
boynu bükük
her insan gibi

~~~~~~~~~~~

ah odunc kitaplardan girdik nereden ciktik. oyle hayat nereden girilir nereden cikilir belli olmuyor :)

27 Temmuz 2008 Pazar

demistim ama...

ah seni gidi telase muduru seni!
demistima ama, yerlere yata yata gulerim haline diye.
iste bak yine cok ciddiye alip, ihtimalleri kafanda buyutup buyutup kendini bir kasik suda boguyordun kendini.
ah canim vah canim, napalim seninle :)
artik "take it easy" deyiminin anlamini ozumseyip, karabasan senaristliginden vazgecsen de biz de bir keyfimize baksak?
optum kendine iyi bak!
bir de bir iyilik yap kendini daha az dusun olmadi daha cok pozitif dusun ama yap artik degistir bir seyler hayatinda.
bu salonun ortasina renkli bir masa ortusu sart!

dostlar

dostlar ve dostluklar, paha bicilmez degerler.
arkadasliklar guzel ve eglenceli olabilir. ama ya dostluklar?
onlar iste zor bulunur ve essizdirler. en zor aninizda yaninizda olan, sormadan sorgulamadan size destek olan, neye ihtiyaciniz oldugunu bilip size hic kimsenin veremeyecegi kadar degerli bir duyguyu "guven"i veren kac kisi var hayatimizda?
eger hayatimizda boyle insanlar varsa onlarin kiymetini iyi bilelim.
aile ve kan bagi onemli elbet ve ailesi insanin her turlu fedarkarliga hazirdir hep. gel gor ki anlar olur aileden ote bir destek gerekir. ailenin bu seferlik duymamasini diler kisi. iste o an varsa yaninizda dostlarinizi bulursunuz.
ister ki insan sadece mutluluklari paylasmak uzere dostlariyla olsun.
hayat dalgalidir velakin. ve son haftalarda kesfettim ki zor zamanimda yanimda olan dostlarim var, vefali dostlar. oyle duygulandim ki, anlatamam.
umarim onlara layik bir dost olabilirim.
ve umarim ey okuyucu sen de dost olmayi bilirsin ki dostun olsun.
dilerim herkesin dostlarina ihtiyaci hep mustulari paylasmak, iyi ve guzel gunleri yasamak icin olsun.

25 Temmuz 2008 Cuma

okunasi kitaplar...

YAZINSAL YAŞAMLAR
Ünlü Yazarların Gizli Yaşamları
Javier Marias
Çeviren: Pınar Savaş
Can Yayınları
2008, 193 sayfa
14.5 YTL.
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=888802&Date=25.07.2008&CategoryID=40
~~~~~
“Herodotos’u ve Thukydides’i baştan sona okuyanlar parmak kaldırsın.” Italo Calvino, Klasikleri Niçin Okumalı?’da (YKY)
~~~~

Rainer Maria Rilke - Malte Laurids Brigge'nin Notlari

itiraf ediyorum ben de denedim gunluk tutmayi, ustelik bir de defter aldim.
ama ne mumkun kagit kalemle basbasa kalmak!
hayat fazla dijital fazla hizli veya ben de bahane cok...

sadete gelirsek gunce biciminde yazilmis bir "kult" yapittan bahsetmekteyiz.
anin icine girebilen, sonra cikan, cildiran, ruh cagiran, kovalayan, bir sehrin her rengini boyayan, asktan olume, korkulu ruyalardan gonlun derinliklerine inen bu satirlar bize Behcet Necatigil'in klasik niteligindeki cevirisiyle ulasiyor.

yarına giden yol açık bir yara

“Gılgamış değilim ben, Ulysses değilim,
zamanın tozdan doğduğu
doğudan değilim,
zamanın keskin bir yankı olduğu
batıdan değilim.

Ama nereye geçiyorum ben ve:
Ülkem şiir
yolum da sevgi, demişken ne yapacağım?

Böyle göçebe göçebe eğleşiyorum
coğrafyamı oyuyorum çölün keskisiyle.”

Kör Kâhin
Adonis
çev. İbrahim Demirci
YKY

kacak anlar

hayatten ne kacirabildiysem kesip kirpip burada biriktirmekteyim.
yapilasi isler, gidilesi yerler, okunasi kitaplar, ne var ne yok.
arada bir zehir zemberek soylenmeyecek homurtular, daha agirlikta tirnak arasinda bilge dimaglardan suzulmus bir cift satir..
ne bulduysam, aramadan denge, icimden geldigince, firsat buldugumca oylesine bir cirpinti dalgali okyanusta :)

23 Temmuz 2008 Çarşamba

atlanmamasi gereken linkler

http://www.kirmiziminder.com/
http://www.homedepot.com/webapp/wcs/stores/servlet/ContentView?pn=Sponging_On&langId=-1&storeId=10051&catalogId=10053#
http://www.plan-the-perfect-baby-shower.com/fruit-bouquet.html
http://www.benjaminmoore.com/bmpsweb/portals/bmps.portal?_nfpb=true&_windowLabel=portletInstance_2&portletInstance_2_actionOverride=%2Fbm%2Fcms%2FContentRenderer%2FrenderContent&portletInstance_2currentNodeUUID=%2FBEA+Repository%2F5612&portletInstance_2NodeUUID=%2FBEA+Repository%2F30001&_pageLabel=fh_home
http://www.kkymn.com/

Nesi var bu insanın...

"Almanca baskısı yayımlandığında Thomas Mann'ın, Karel Capek'e bir mektup yazıp "Sonunda Almancaya çevrilen romanınız Semenderlerle Savaş'ı okudum. Uzun zamandır başka hiçbir anlatı beni böyle sarıp, heyecana düşürmemişti. Avrupa'nın dizginsiz aptallığına yönelik alaycı bakışınız kesinlikle muhteşem; anlatının grotestk ve kâbusumsu olaylarını izlerken, bu aptallık karşısında sizinle birlikte dehşete kapılıyor insan" diyerek yerlere göklere sığdıramadığı ve bunu sonuna dek hak eden bir büyük eser, Semenderlerle Savaş Türkçede."

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=888796&Date=23.07.2008&CategoryID=40

SEMENDERLERLE SAVAŞ
Karel Capek
Çeviren: Sabri Gürses
Everest Yayınları
2008, 320 sayfa
14 YTL.

ver elini Kore!

Ilgili ogrenci arkadaslarimiza duyurulur...
Kore'ye egitim burslari:
National Institute for International Education Development
www.ied.go.kr
http://www.studyink orea.go.kr/ english/index. jsp

peynir ille de peynir

bu kadar cok ve lezzetli peynir cesitinin oldugu memlekette peynir turizmi yapilir ya!
turizm bakanligine ve/veya girisimcilere duyurulur!
bu kultur mirasina sahip cikip, tanitalim!
yapmis oldugu leziz haberden dolayi radikal'e tesekkurler...
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=GaleriHaber&Date=23.07.2008&ArticleID=889132&PAGE=1
Peynir cenneti
Türkiye, dört bir köşesinde evlerde, modern tesislerde üretilen onlarca peynir türü ile adeta bir "peynir cenneti"... Her biri farklı lezzetler barındıran, değişik yöntemlerle hazırlanan, adına festivaller düzenlenen peynir, Türk mutfağında da önemli besin kaynakları arasında yer alıyor. Dünyada binlerce yıl önce üretilmeye başlanan, zaman geçtikçe farklı lezzetlerle çeşitlendirilen peynir, özellikle kahvaltıların vazgeçilmezi... Yapılış şekli ile farklı lezzetler sunan peynir, alternatif yemek kültürünü de oluşturuyor. Geleneksel yollarla ya da modern tesislerde üretilen peynirlerin, bir bölümü bakkallarda ya da marketlerde yerini alabiliyor. Özellikle kırsal yerleşim alanlarında evlerde üretilen peynir çeşitleri, yalnızca üretildiği bölgede bilinen gizli bir lezzet olarak kalıyor. Ülkedeki peynir çeşitliliği, üretim kalitesinde rekabeti de beraberinde getiriyor. Üretilen peynirin belli yöreye özgü olarak ilan edilmesi, tanıtılması ve pazarda pay elde etmesi amacıyla festivaller düzenleniyor. Peynir, üretildiği yörelere de önemli ekonomik gelir sağlıyor.
ARDAHAN KÜFLÜ PEYNİRİ- Ardahan’da üretilen küflü peynir, yağsız inek sütünden yapılıyor. Peynir, bölgede genellikle evlerde üretiliyor. İhtiyaç fazlası ürün, satışa sunuluyor. Genellikle aynı bölgede tüketiliyor.
ARDAHAN İKİZDERE TULUM PEYNİRİ- İkizdere tulum peyniri, Erzincan tulum peyniri ile aynı pastörize işlemler uygulanarak elde ediliyor. Ancak Erzincan tulum peyniri koyun, İkizdere tulum peyniri inek sütünden yapılıyor. Evlerde ailelerin kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ürettiği peynir, pazarlarda nadiren görülüyor.
ERZİNCAN TULUM PEYNİRİ- Erzincan’da birkaç yıl öncesine kadar evlerde, son yıllarda ise modern tesislerde üretilen tulum peyniri, ülkede en çok tüketilen peynir türleri arasında. Koyun sütünün ısıtılıp mayalandıktan sonra oluşan pıhtısı, bez torbada sudan ayrışması için 3 gün bekletiliyor. Daha sonra pıhtı parçalanarak yüzde 3 oranında tuz ile karıştırılıp 18 saat havayla temasa bırakılıyor. Peynirde istenen aromanın oluşması için bu işlem birkaç kez tekrarlanıyor ve hava almayacak şekilde bir tulum ya da bidonda 120 gün bekletilerek tüketime hazır hale getiriliyor.
BİNGÖL'ÜN SALAMURA PEYNİRİ- Bingöl’de çiğ koyun sütünden yapılan salamura peynir, yaylalarda, ev koşullarında aile işletmeleri tarafından üretiliyor. Ailelerin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde ürettiği salamura peyniri, koyun sütünün pişirilmeden güneş sıcaklığında mayalanarak pıhtı halini almasıyla elde ediliyor. Pıhtı, keten bez parçalarda 1-2 gün suyunun süzülmesi için baskıya alınıyor ve daha sonra küçük parçalar halinde salamura suyuna konularak tüketime hazır hale getiriliyor.
MANYAS PEYNIRI- Türk ve dünya mutfaklarının vazgeçilmezleri arasında yer alan en az 200 yıllık Manyas peyniri, protein zenginliği nedeniyle bölge halkının yanı sıra ülkenin iş, siyaset, sanat ve spor dünyasının önde gelen isimleri tarafından da tercih ediliyor. Dünyanın en ünlü peyniri olarak gösterilen Fransız "rokfor peynirine" rakip olduğu ve yüzde 100 doğal olarak üretildiği belirtilen Manyas peynirinin tezgahlara çıkış süreci 6 aylık bir zamanı kapsıyor. Ağızda dağılmayan Manyas peyniri, ekmek gibi yenilebildiği için uzun süre tok tutma özelliğine ve protein zenginliğine sahip. Katkı maddesi içermemesi ve küf oranının sıfır olması nedeniyle Manyas peynirinin mide dostu olduğuna, karaciğeri beslediğine, dişleri beyazlattığına inanılıyor.
ERZURUM’UN CİVİL PEYNİRİ- Erzurum’a özgü civil peynir, yağsız inek ya da koyun sütünden yapılıyor. Yayıklanarak yağı alınan ve tencerede mayalanan süt, pıhtı halini alana kadar ateş üzerinde sürekli karıştırılıyor. Oluşan pıhtı, başka bir kaba alınarak tuz ilave ediliyor. Peynir kütlesi daha sonra bir kola sarılarak tel şeklini alıyor. Salamura suyu içerisinde muhafaza edilebildiği gibi, bolca tuzlanarak taze olarak da saklanabiliyor.Civil peynir, başta Erzurum olmak üzere Ankara ve İstanbul’da da değişik marketlerde satışa sunuluyor. Yağsız olması nedeniyle, özellikle diyet uygulayanlar tarafından tercih ediliyor.
KARS'IN GRAVYER PEYNİRİ- Mandıralarda üretimi yapılan peynirin hayvansal protein oranı yüzde 32 seviyelerinde. İlde yaygın olarak tüketilen gravyer, son yıllarda büyük şehirlerde de ilgi görmeye başladı. Özellikle yabancı turistlere ev sahipliği yapan otellerden Kars gravyerine yoğun talep geliyor. Gravyerin gelecek yıllarda çok daha fazla ilgi görmesi bekleniyor. İyi bir Kars gravyerinin sert kabuklu, kiraz büyüklüğünde gözenekleri, kesildiğinde renginin koyu sarı olması ve yenildiğinde genzi yakacak düzeyde bir tadı bulunması gerekiyor. Tamamen organik olan bu peynirin kilogramı, Kars’ta 25-30 YTL arasında satılıyor.
KONYA’NIN KÜFLÜ PEYNİRİ- Konya’da, yağı alınmış koyun sütünden üretilen ve doğal olarak küflendirilen Konya küflü peyniri, genellikle Karapınar, Ereğli, Cihanbeyli gibi koyunculuğun yoğun olduğu yerlerde üretiliyor. Küflü peynir, özellikle kırsal alanda yağı alınmış koyun sütünden üretiliyor. Yağının alınması, doğal küflenmeye yol açtığı için aflatoksin oluşmasını önlüyor.
KAYSERİ’NİN ÇÖMLEK PEYNİRİ- Çömlek peyniri, taze koyun veya inek peynirinin süzülüp daha sonra çömleklere basılmasıyla üretiliyor. Kalıplar halindeki taze peynir, önce bez torbalara konulup üzerine taş parçalarıyla baskı yapılarak içerisindeki peynir suyunun dışarı akması sağlanıyor. "Baskı" adı verilen bu işlem 2 gün sürüyor. Suyunu kaybeden taze peynir, daha sora elde ufalanıp bir bez üzerine serilerek tuzlanıyor. Ufalanan peynirin içerisine bir miktar çörek otu katılıyor. Tuzlanıp bir gün bekletilen peynir çömleklere basılıyor. Üzerleri donmuş yağ ile kaplanan çömlekler daha sonra kayadan oyma mağaralarda veya evlerin zemin katında hazırlanan nemli kumlara gömülerek olgunlaşmaya bırakılıyor. Yaklaşık 3 ay sonra peynir tüketilmeye hazır hale geliyor.
MALATYA PEYNİRİ- Genellikle köylerde üretilen Malatya peyniri, çiğ sütün yağı ve kuru maddesi çekilmeden, peynir mayasıyla mayalanması ile üretiliyor. Mayalanan peynir kesildikten sonra suyu alınıyor ve üzerine ağırlık konulan iki tahta arasında sıkıştırılıyor. Peynir, kaynatıldıktan sonra salamuraya bırakılıyor.
VAN'IN OTLU PEYNİRİ- Hazmı kolaylaştırıcı özelliğe sahip olan Van’ın otlu peyniri, bu nedenle sadece kahvaltıda değil, yemeklerden sonra da tüketiliyor. Genellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde, 25 çeşit bitki kullanılarak yapılan otlu peynirin, sofralarda farklı bir yeri bulunuyor. Otlu peynirde çoğunlukla sirmo (yabani sarımsak), mendo, helis, siyabo, nane ve kekik gibi yabani otlar kullanılıyor. İlkbaharda dağlardan toplanan bitkiler, bir süre salamurada bekletildikten sonra peynire katılıyor. Otlardaki çeşitli mineraller hazımsızlık sorununu ortadan kaldırıyor.
CEVİZLİ KAŞAR PEYNİRİ- Kapalı bir havzada doğal ortamda beslenen inek ve mandaların sütünden elde edilen peynir, standart kaşar peynirlerden farklı olarak bir kilogramı için 9 kilogram yerine 15 kilogram süt kullanılarak yapılıyor. Endüstriyel kaşar peynirlerin 10 saat kuruduktan sonra satışa sunulmasına karşın yöreye özgü cevizli kaşar peyniri, tadının daha iyi olması için 2 gün süreyle kurutuluyor. Tuz oranı düşük peynir, şaraptaki şekerli tatların daha iyi hissedilmesine olanak sağladığından Çaycuma Süt Ürünleri Fabrikası’nda "Le Gout de Vin" markası adı altında "şarap peyniri" olarak satışa sunuluyor. Fabrikanın sahibi ve Genel Müdürü Hüsnü Sami Alpan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Kaşar, beyaz ve mozerella peynirlerinin harmanlanmasıyla oluşturulan ürün, şarap içerken tüketiliyor. Bölgemize özgü ürün, farklı coğrafyada elde edilen sütle yapıldığında aynı tadı yakalamak mümkün olmuyor. Aylık ortalama 50 bin adet ürettiğimiz peyniri, 150 gramlık paketler halinde satışa sunuyoruz. Paketler, sadece şarap mahzeni mağazalarda 3 YTL’den satılıyor" diye konuştu.
SAMSUN'UN ÇİĞ KESİK PEYNİRİ- Samsun’da, daha çok Alaçam ve çevresindeki yaylalarda yetişen koyunların sütünden çiğ olarak yapılan ve "çiğ kesik" olarak bilinen peynirler için birçok ilden özel siparişler alınıyor. İlçe merkezinden yaklaşık 950 metre rakımda bulunan Yukarıkoçlu köyü yaylasında beslenen koyunların sütünden yapılan çiğ kesik peynirlerin kendine özgü yapılış tarzı ve tadı bulunuyor. Çiğ kesik peynirinin lezzeti, yaylalarda, başta kekik olmak üzere birçok türde otla beslenen koyunlardan elde edilen sütten geliyor. Çiğ kesik peyniri için yurt içi ve yurt dışından siparişler geldiği belirtiliyor.
TRABZON’UN "TELLİ PEYNİRİ- Doğu Karadeniz yaylalarında beslenen ineklerden elde edilen sütlerin ana maddesini oluşturduğu "telli peynir", kaşar peynirine benzeyen, sarımtırak renkli, lif lif ayrılabilen, ısıtıldığında uzayan, az tuzlu peynir olarak nitelendiriliyor. Peynir üreticisi Ali Kemal Bıyıklı,"telli peynir' üretiminin geleneksel olarak Trabzon ve ilçelerindeki köylerde kadınlar tarafından yapıldığını, son yıllarda da süt fabrikalarında "telli peynir" üretimi gerçekleştirildiğini söyledi. Telli peynirin dört mevsim üretilebildiğini belirten Bıyıklı, "Ancak tüketicinin damak tadına en uygun dönem, hava sıcaklığının düşük seyrettiği, ekşimenin azaldığı kış aylarıdır" dedi.
EZİNE PEYNİRİ- Ezine peynirinin yapımında, Kaz Dağları’nın kuzey ve batı kesimlerindeki Ezine, Bayramiç ve Ayvacık ilçelerinin doğal bitki örtüsü ve su kaynaklarıyla beslenen koyun, keçi ve ineklerden elde edilen sütler kullanılıyor. Mevsime göre yüzde 40 oranında keçi sütü, yüzde 45-55 oranında koyun sütü ve yüzde 15 oranında inek sütü karıştırılarak hazırlanıyor. Ezine peynirinin üretimi, mart ayından ağustos ayına kadar sürüyor. Kaliteli Ezine peyniri açık sarı renkte, orta sertlikte ve kırılgan olmayan bir yapıya sahip. Peynirde az sayıda, küçük çaplı gözenekler bulunmalı ve süt yağından kaynaklanan kremamsı tada sahip olmalı. Ezine peyniri süt yağında meydana gelen parçalanmalar sonucu açığa çıkan, kendine özgü bir tat ve aromaya da sahip. Peynire olan talep, bu peynirin üreticilerini bir dernek altında da toplamış. İsmi markalaşan Ezine Peynirciler Derneğine (EPD) 32 kayıtlı mandıra bulunuyor. Üreticiler, üzerinde "EPD" amblemi bulunmayan peynirin, gerçek Ezine peyniri olamayacağını savunuyor. Ezine peyniri, standart ağırlıklarda satılıyor. 35 gramlık peynir 75 YKr, 100 gramlık peynir 1,5 YTL, 2 kilo 200 gramlık teneke peynir 24 YTL, 19 kilogramlık teneke peyniri ise 178 YTL’den satılıyor.
SEFERİHİSAR’IN ARMOLASI- Bölgeye özgü, diğer peynir türlerine benzemeyen peynir çeşitleri arasında yer alan armola peyniri, Seferihisar ilçesindeki bir kaç mandıra ve evlerde yapılıyor. Eskiden tulum içinde yapılan peynirin şu anda endüstriyel olarak tulum üretimi gerçekleşmiyor. Armola peyniri, keçi sütünden yapılan süzme yoğurt, keçi sütü loru ve beyaz peynirin karışımıyla ortaya çıkıyor. Armola, hafif bir peynir olması ve istendiğinde domates salatasına sos olarak kullanılabilme özelliği nedeniyle çok tercih ediliyor. Keçi sütünden yapılması ve peynir-yoğurt karışımı olması nedeniyle farklı bir lezzeti var. Genelde ekmeğe sürülerek üzerine zeytinyağı, kırmızı biber, sarımsak ilave edilerek yeniliyor.
İZMİR'İN TULUM PEYNİRİ- Farklı kültürlerinin bir araya geldiği İzmir ve ilçelerinde, bu medeniyetler buluşması kendisini yöresel peynir çeşitlerinde de gösteriyor. En fazla tanınan İzmir tulumu, halen İzmir’in yanında Ödemiş, Menemen, Tire ve diğer ilçelerdeki mandıralarda yapılıyor. Süt pastörize edildikten sonra mayalama sıcaklığına kadar soğutuluyor. Daha sonra "pıhtı kırımı" yapılıyor ve baskı tenekelerinde bekletiliyor. İzmir tulum peynirinde kullanılan salamura ise peynir altı suyundan elde ediliyor. Kesilen ve süzülen telemenin konulduğu teneke ya da deri, salamura ilave edilerek hava almayacak şekilde kapatılıyor. Tulum peyniri için kullanılan deriyse 1,5 yıl öncesinden hazır hale getiriliyor. Özel keçi derisi tuzlanarak 3-4 ay tuzlama süresi sonrası 8 ay kadar bekletiliyor. Hazırlanan teleme, tulumun içine çaprazlama yerleştirilerek boş kalan bölümler lor ile kapatılarak tulumun ağzı kendir ipiyle bağlanıyor. Tulum peyniri, tadını kazanması için 18-20 ay kadar soğuk havada bekletiliyor.
YOZGAT'IN ÇANAK PEYNİRİ- Yozgat’ta temmuz ve ağustos aylarında elde edilen sütle hazırlanan ve çanaklarda toprağa gömülen çanak peyniri, sonbahar aylarında topraktan çıkarılıyor ve kış mevsiminde tüketiliyor. Yozgat Belediyesi, yöreye özgü bu peyniri tescillemek için Türk Patent Enstitüsüne başvuruda bulundu.
BURSA'NIN MİHALİÇ PEYNİRİ- Bursa’nın, eski adı Mihaliç olan Karacabey ilçesinde ilk defa üretildiği için adı "Mihaliç" olarak da bilinen Manyas peyniri, içerdiği fosfor ve besin değeri ile özellikle çocuk gelişimi açısından önemli besin kaynağı.
KARS’IN KARIN KAYMAĞI PEYNİRİ- Kars’ta yapılan bir diğer önemli peynir türü ise daha çok Sarıkamış ilçesinde ev koşullarında üretilen "karın kaymağı" peyniri. 24-34 derecede mayalanan inek sütü, pıhtı haline gelmesinin ardından bez torbalarda baskıya alınarak suyu süzülmeye bırakılıyor. Yaklaşık 18 saat süren bu işlemin ardından açılan torba içerisine yüzde 3 oranında tuz ilave edilerek pıhtı ufalanıyor ve belli bir oranda krema veya tereyağı katılıp yoğruluyor. Daha sonra temizlenmiş ve kurutulmuş hayvan işkembesi içerisine konuluyor. Ağzı sıkıca kapatılarak ve düz bir yerde bırakılarak 120 kilogramlık baskı uygulanıyor. Baskı işlemi 3 gün devam ediyor ve sonra iplere asılarak serin odalarda 3 ay gibi bir süre olgunlaşmaya bırakılıyor. Ardından peynir tüketilmeye hazır hale geliyor.
EGE'NİN KOPANİSTİ PEYNİRİ- İzmir’in Karaburun Yarımadası’nı çevreleyen ilçe ve beldelerinde yapılan kopanisti peyniri de özgün yapım şekli, tadı ve tüketim şekliyle ilginç özellikler barındırıyor. Karaburun başta olmak üzere Çeşme, Dikili ve Foça’da sadece evlerde üretilen kopanisti peyniri, keçi sütü veya keçi-koyun sütü karışımının yaklaşık bir ay her gün yoğrulmasıyla yapılıyor. Yapımı süresince oda sıcaklığında bırakılan lordaki acımsı tat, kimi bölgelerde bu peynirin "acı peynir" olarak adlandırılmasına neden oluyor. Kendine has kokusu ve tadı bulunan peynir, bölgede kahvaltının yanında içki mezesi ve börek içi olarak da değerlendiriliyor.
ANTEP PEYNİRİ- Gaziantep’teki soğuk hava depolarında kışın tüketilmek üzere tonlarca Antep peyniri saklanıyor. İnek, keçi ya da koyun sütünden yağlı, yarım yağlı ya da yağsız olarak üretilen Antep peyniri, bulgur, salça ve dolmalıklarla birlikte ailelerin kış hazırlıkları kapsamında temin ettiği temel gıda ürünleri arasında yer alıyor. Peynircilerden satın alındıktan sonra tuzlanan ve üç gün bekletilen Antep peyniri daha sonra teneke ya da plastik bidonlara doldurularak kentteki soğuk hava depolarına teslim ediliyor. Vatandaşlar, yıllık ihtiyaçlarını karşılamak için 15 ile 50 kilogram arasında peynir alarak saklıyor.
EDİRNE'NİN BEYAZ PEYNİRİ- Türk Patent Enstitüsü (TPE) tarafından tescil edilen Edirne peyniri, Anadolu’nun her yanından rağbet gören bir lezzet olarak öne çıkıyor. Edirne’nin değişik türdeki otlarıyla doğal beslenen inek, keçi ve koyunların sütünden lezzetini alan Edirne peynirinin imalat aşamasındaki lezzetine lezzet katan diğer unsurlar da tuz ve maya. Meriç, Tunca ve Arda nehirlerinin oluşturduğu deltada yetişen bitki örtüsünün süte kattığı lezzet, peynire de yansıyor. Edirne beyaz peynirinin, yapımında kullanılacak sütün en çok 30 dakika içinde mayalanıp peynir haline getirilmesi, olgunlaştırma sürecini tamamlayan peynirin, havayla ilk temasından itibaren (teneke açıldıktan sonra) 3 ay içinde tüketilmesi gerekiyor. Edirne ve Trakya’ya özgü peynir, tam yağlı ve doğal olması özelliği ile tanınıyor. Edirne beyaz peyniri ağızda kayganlık hissiyle ve ekşimsi tadıyla diğer peynirlerden ayırt edici özelliğe sahip. Üreticiler, Edirne peynirinin asıl özelliğini, "yenildiğinde yeniden yeme hissi uyandırması" olarak açıklıyor.
Keten tarzı bez torbalarda bekletilen Varto keçi peyniri, soğuk mağaralarda üretilen Sivas peyniri, yine Sivas'a özgü küp peynir, Tokat'ın Salamura peyniri, Ordu'nun çökelek peyniri, Amasya'nın köy peyniri Anadolu'da yüzyıllardır üretilen diğer peynirler.

22 Temmuz 2008 Salı

degisme uzerine...

"Düşünce eskir mi? Elbette. Zaman içinde fikirler değişir, gelişir, yenilenir. Hep aynı kalmakta ısrar etmek, sağlam bir karakter belirtisi değil, tam tersine kendine hayran kocaman bir nefsin belirtisidir.
Zaman içinde en az değişen insanlar, genellikle egoları en şişkin olanlardır. Zira en hakiki değişimler öz eleştirilerden çıkar. Ancak kendini eleştirebilen, kendi hataları, zaafları ve noksanlarıyla yüzleşebilen, ruhu yara bere içinde olan insan samimi ve hakiki olarak değişebilir. Değişimin temel bir itkisi varsa bu ancak içeriden gelebilir. Dışarıdan dayatılan hiçbir talep ya da zorlama bireyde hakiki bir değişim körükleyemez. "
Elif Safak
22.09.2008

hayirdir hayir...

20 Temmuz
efendim takvimde isaretleyiniz, hem de kirmiziyla.
kardesim oyle bir gordu ki beni ruyasinda...
anlatamam. hayirlar olsun hayirlar...

ahlak

bilmem dilbert karakterini ve karikaturlerini takip eder misiniz?
is hayati ile ilgilia ci gercekleri cok hos bir mizahla yansitir aslina bakilirsa.

son bir kac gunun radikal'indeki karikaturlere ozellikle bir goz atarsaniz eger, is hayatinda kariyerin ve yukselmenin ahlak anlayisindan feragetle ozlesdestirildigini gorursunuz.

gercekten oyle demek, belki fazla agir, veya fazla kolaya kacmak ehemn birini suclamak olur. ama gerek toplum tarafindan kabul gorme gerek guclu algilanmak icin bazen basit davranmak, normalde uyageldigimiz benimsedigimiz ahlak prensiplerinden sapmak cok kolay bir yol olarak gorunuyor.

madem hedefin kariyer yapmak kendini gostermek ("satmak"), baskalarini kullanmak sart zannediliyor. hem mutevazi hem hakperest hem de iyi bir yonetici,lider olmak imkansizmis gibi. ne buyuk aldanmislik!

itirazim var. iyi bir yonetici olmak icin beyinin ahlak ile ilgili bolgesini zedelemek sart degil! bunun iyi bir ispati olmak icin calismali cok, daha cok :)

kirmizi minder

kirmizi olsun, bes kurus fazla olsun :)

http://www.kirmiziminder.com/

coook seker bir site
herkesin hayatini biraz renklendirmeye ve guzellestirmeye hakki/ihtiyaci var :)

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Bogan bir boslukta...

degilim artik...
ne mutlu ama orada bulundum, o havayi teneffüs ettim sanirim.
Samuel Beckett'in ’Asla bu dünyaya uygun olarak doğmuş olmamak.’ ifadesi de bu yuzden o kadar tanidik anlasilan.

Osman Cakmakci'nin "varlığımızın bu dünyada doldurduğu ya da dolduramadığı yeri gösteren, içine fırlatıldığımız ve benim de bizim için uygun olmadığını ya da bizim onun akışına hiçbir zaman dahil olamayacağımızı düşündüğüm dünyayla ilişkimizi sorgulayan, önümüzde az da olsa ilerleyebileceğimiz yollar açan bir düşünme pratiği" seklindeki felsefe tanimlamasina ne demeli?

"İnsan eksiktir. Ya da insan fazladır. Ne olursa olsun insanla bu dünya örtüşmez, kucaklaşmaz." diye devam ediyor.

Hatirlarsaniz baska bir yazida baska bir yazar "dunya eksiktir" demisti, "eksik dunya". uzerinde anlasabilinen nokta bir aksikligin oldugu, peki hangisi, dunya mi, insan mi, yoksa ikisi de mi? kim bilir belki daha da fazlasi.

Beckett'in siir kitabinin ismi de ilgi cekici "Yankinin Kemikleri". Dileyen buyursub okusun. Ama almayacagim bu kitabi, son donemde Behcet Nectaigil cevirileri cercevesinde okudugum Avrupali yazarlarin karamsar ve karanlik romanlari sonrasinda degil, hele de Salah Baba'yi bulmus, onunla Catalcesme'de bastonunun havasini atip, sarki soyleyerek gezindikten sonra hic uygun dusmez, kemikleri birbirine vura vura yankilatmak.

guzel gunler dilerim, aydinlik ve parlak, sorgularken bile umidin eksik olmadigi...

~~~~
YANKININ KEMİKLERİ

Samuel Beckett
Çeviren Suat Kemal Angı
Periferi Yayınları
2008, 110 sayfa
15 YTL


http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=887979&Date=18.07.2008&CategoryID=40

17 Temmuz 2008 Perşembe

hayirdir

insallah...
ne ruyalar goruyorum son zamanlarda
ustelik cikiyorlar da...
en son gordugum ruya iyi habere isaretmis
e aliverdim bugun iyi haberi :)

cok iyi bir haber aldim, peki mutlu muyum?
nedir bu burukluk...
kekrimsi bir meyve yemiscesine, cennet meyvesi, kara yemis gibi.

dur ama acele etme gun dogmadan neler dogar.
iste bekledigin guzel haberin devami geldi bile.

hadi yuregim ha gayret...

15 Temmuz 2008 Salı

reality vs. fiction !

her seye ragmen guzeldir hayat demistim ya.
ona ilave:
her seye ragmen,
sana bile...
oysa ne kadar farkli olabilirdi her sey.
ornegin kurgu olsaydi, bu kadar sasirtmazdi herhalde.
cunku gercek kurgudan farkli olarak kestirilemez, ongorulemez.

iki film izledim gecenlerde.
"Pride and Prejudice" Jane Austen'in kitabindan beyaz perdeye aktarilmis bir film; "Becoming Jane" Jane Austen'in hayati.

Aslinda olaylarin ceryan ettig atmosfer ayni, ekonomik bagimsizligi sinirli olan, evlenerek hayatlarini kurtaracak kizlarin ayni zamanda hayatlarinin askini bulma arzusunda yanip tutusurlar.

Ilki tum ilgi cekici tesadufleri ile beraber seyircinin/okuyucunun dileyecegi uzere mutlu sonla biterken, ikincisi gercektir. Yazar bir adami sever ki, adam da onu. Gel gor ki adama maddi destekte bulunan amcasi yazar olma iddasindaki bu fakir kizi asla kabul etmez. Bunun uzerine asik olan adam, Tom Lefroy gercek hayatin yuce duygulari ile hareket eder, amcasinin uygun gordugu kizla evlenir ve ilk kizinin adini "Jane" koyar. Ne vefa! (ki bu kadari da filmde anlatilan, gercekte kayitlara gecen Tom Lefroy'un "cocuksu bir ask" demesinden ibaret.)
Jane Austen ise evlenmez, 41 yasinda gogus kanserinden olur.
iste gercek ve kurgu arasindaki ince fark...

10 Temmuz 2008 Perşembe

hayat guzeldir

gercekten oyle
ve bu guzel hayatta guzel bir insan olmak ve guzel isler yapmak cabasiyla cirpinmak ne de iyi. en karasiyla en akinin yan yana oldugu bu garip dunyayi guzel gormek ve guzel yasamak olsa esas.
buradan kacamaklar ve kisa sureli nefes almalar ile kaciverdigim mavi gezegenden herseye ragmen guzel hayat...

beyin hizi

beyin hizina yetismek ne mumkn
kafamda geciveren onca seyden hangi birini yazayim
insan beyni konusabildigin kat be kat hizli dusunurken nerede bu dusunceleri yazmak. kendini ifade konusunda iste boyle eksiklerimiz var. olsun varsin
hayatta tam bu yuzden eksik degil mi biraz. illa ele almak istiyordum bu konuyu. kim bilir neden ve kim bilir daha neler anlatacaktim. nehirden akan sular gibi bir gitti mi donusu olmayan ilham dalgalari vuruyor kimi zaman kiyima.
simdi de uyku bastirdi...
tatli ruyalar :)

9 Temmuz 2008 Çarşamba

cadi

pencelemeye hazir sivri tirnaklari, torbalanmis kem gozleri, hirsla soluyan sivri burnu, zaman nehrine gomuverdigi onca sene ile urkutucu ve sevimsiz bir hale gelmis bu yaratik cevresine tukuruk ve ugursuzluk sacmak icin sabirsizca kendisiyle yarismakta ve eline gecen her turlu kocakari zehrini atip kaynattigi kazani karistiradurmaktadir.
derdi neydi, nefreti ve haseti neden bu kadar buyuktu, kim bilir? bu hosgoruden yoksun tahmmulsuz cadi supurgesiyle onun gelene vurmakta, her firsatta igne, cuvaldiz eline ne gecse birilerine batirmak icin firsat kollamaktaydi.
zehir etmeye calistigi civar hayatlar bir yana kendi yasadigi zemberekten hala nasil olurda bunalmamisti?
e iyi de bu cadilarin ve magara adamlarinin dunyasindan kacip mavi bir gezegende oturum hakki istemissem, bundan dogal ne olabilir?

7 Temmuz 2008 Pazartesi

bu kalp seni unutur mu

fikret kızılok
yıllar geçse de üstünden, bu kalp seni unutur mu
kader gibi istemeden, bu kalp seni unutur mu
bir hasretlik yüzün vardı, içinde bir hüzün vardı
söyleyecek sözün vardı, bu kalp seni unutur mu
bu kalp seni unutur mu, kalbim seni unutur mu
anlamı yok tüm sözlerin, sensiz geçen gecelerin
yaşanacak senelerin, bu kalp seni unutur mu
bambaşka bir halin vardı, farketmeden beni sardı
benliğimi benden aldı, bu kalp seni unutur mu
bu kalp seni unutur mu, kalbim seni unutur mu
bana aşkı veren sendin, sonra alıp giden sendin
yollarımız ayrı derdin, bu kalp seni unutur mu
oysa düşlerim başkaydı, birdenbire yarım kaldı
yaşanacak çok şey vardı, bu kalp seni unutur mu
bu kalp seni unutur mu, bu kalp seni unutur mu
her gün akşam yastığımda, üşüyorum yokluğunda
yaşıyorum boşluğunda, bu kalp seni unutur mu
bambaşka bir halin vardı, farketmeden beni sardı
benliğimi benden aldı, bu kalp seni unutur mu
bu kalp seni unutur mu, bu kalp seni unutur mu

6 Temmuz 2008 Pazar

kavakta balik

istanbul'u severim, deliler gibi, saklamak ne mumkun.
ve bu oyle bir ask ki, askimdan yine askima kacarim :)
istanbul'dan uzaklasmak istedim mi, binerim vaoura tutarim anadolu kavaginin yolunu. ve o gun sanki bir tatil beldesinde gecmiscesine gun boyu bogaz sularinda, ogle vaktinde anadolu hisari'nda balik ile suslenerek dolu dolu gecer, vapurdan inince deizde olmanin tatli sarhoslugu devam eder, gecesinde muhtesem bir uyku ile tamamlanan bir ruyaya donusur. bugunde cumbur cemaat caz vapurundaydik. sallana sallana dans edip saclarimizi bogazin ruzgarlarinda savurarak dertlerimizi de ucuruverdik.
istanbulluya en guzel terapi yine istanbul'un ta kendisi :)
aman haksizlik olmasin, iki hisarda devadir her derde, sirada rumeli hisair var :)
istanbul'um iki ucunda iki ayri guzellik, nasil sevilmez :)

iki arada bir derede

ah sevgili mavi gezegen
kusuruma bakma, ne kelimelerimin eksikligine, ne de ifadelerimin aksakligina...
inan iki arada bir derede ugramak firstai oluyor buraya ustelik kahve icimlik dahi zaman olmada.
gitmem gerek yine, gelirim ilk firsatta sevgilerimle...

3 Temmuz 2008 Perşembe

tutam tutam

kuafore gitmeyi severim, birinin saclarimi yikayip taramasini...
bu lukse lakin cok ender firsatim olur, gerek calisma saatlerim gerek onceliklerim kuaforu benim icin bir luks yapiveriyor, sacimi uzatmak icinde bahane oluyor.
gecenlerde gittim kuafore, oysa cok da alismistim neredeyese belime ulasan uzun saclara, yillardir kisa kestirmemistim, e yine cok kisa kestirmedim ama son zamanlarin en kisasi diyebilirim.
tutucuyum epey sac konusunda, ayni stilde ve cok da radikal olmadan sekil verdirim saclarima. bu sefer kuaforumun onerilerine "hadi bakalim dedigin gibi deneyelim bu sefer" diye onun makasina biraktim saclarimi. aklimda hep "koku bende nasil olsa" sozu. yine de tutam tutam dokulen sacari gorunce ister istemez ciz ediyor insanin ici. kauforum de bir percem birakti ki sormayin, ilk gordugumde basinin etini yedim, bu ne, ne yapacagim diye :)
simdi omuzlarima degen kat kat saclarimin yaninda alnima dusup kendini her an hissettiren percemimle kendimi o kadar guzel hissediyorum ki!
ne yalan soyleyeyim severim kendimi, hani kendini begenmislik babinda syilmaz. ama yine ne yalan soyleyeim bayildim yeni sac kesimime, yika ve cik, herhalukarda guzel :) (parantez acalim: e aldigim yorumlar da hep olumlu :))
dikat dikkat
dalga dalga ve son derece havali saclarimla gezmekteyim...
carpilmayin !

(ayak) "kabina sigmayan kadinlar"

genellemeleri pek sevmem.
hele de kadinlar soyle, erkekler boyle ciinsidense.
ne de olsa her insan kendine ozgudur.
gel gor ki bazi genellemeler var, pek cogumuz icin gecerli, iste bunlardan biri de kadinlar ve ayakkabilar arasindaki kara sevda. bir ayakkabi dukkaninin reklaminda yazdigi gibi; "a woman can never have too many friends or shoes!"
bazen arkadaslarimizdan bile daha yakin ve vefalidir ayakkabilar, amma en guzeli de illa ki yeni ayakkabi almaktir. bir ayakkabici da bir suru ayakkabiyi denemek sonra da bir kac ciftini almak :)
ayakkabi almak kayitsiz sartsiz mutlu eder bir kadini, rahatlatir, dertlerini unutturur, sevindirir, costurur, kisaca ayagini yerden keser :)
e oyleyse deger ayakkabiya harcanan paralar. beyler siz siz olun yadirgamayin dolaplar dolusu ayakkabisi oldugu halde alisverise cikinca ilk is ayakkabi dukkanina yonelen kadinlar.
her kadinin mutlaka bir cift kirmizi ayakkabisi olmalidir. sonra bir kac cift siyah, e mutlaka bir baber, yuksek topuklular, kalin ve ince topuklar, western topuklar; kut, sivri ve yuvarlak burunlar sonra cizmeler, botlar; rugan, guderi, kumas ayakkabilar; tokalilar, susluler, pusluler, e tabii sadeler ve siklar, rahatlar ve sporlar ve daha nicesi...
her ayakkabinin yeri farklidir, her arkadasin yerinin farkli oldugu gibi. bir tutkudur kadinlar icin ayakkabi almak, birakin tek kotu aliskanligimiz bu olsun, ayaklarimizin susu bol olsun :)
ayak "kabina sigmaz kadinlar" bunlar
e siz de hosgoruverin canim
:)