“Kendinden kaçamazsın” derler, bilirsin, nereye gitsen “bu şehir arkandan gelecektir” der o büyük şair, onu da bilirsin; yine de gideceksindir çünkü gitmezsen kendinde kalamazsın artık, bir daha kendin olamazsın, bunu da bir tek sen anlarsın… Ve seni senin gibiler anlar…
Yaşadıklarından çok yaşadıklarını nasıl hissettiğindir önemli olan… Sorsalar anlatamazsın… Kelimeler, duygularını tarifte yetersiz kaldığından değil, şimdi o duygular anlamlarına sığmadığı için… “Sıkıldım” dersin, bunaldığını söylersin, yenilenmekten bahsedersin, farklı şeylerle beslenmek arzunu dile getirirsin, kıstırılmışlık hissinin altını çizersin, tazelenmek ihtiyacını öne sürersin, her biri doğrudur lakin hiçbiri dolduramaz tanımladığı mananın içini, sendeki karşılığını veremez.
“Bir yere” gitmeyi istemezsin, yalnızca gitmektir istediğin… Gitmek, arınmaktır böyle zamanlarda… Kalbini kıran, zihnini yoran, durmadan tekrarlayan ne varsa hepsinden soyunmak çabasıdır…
Kulağını bir yabancı dilin ritmi doldurmalı, sokaklar başka kokmalıdır… Aşina olmadığın yüzler görmelisindir etrafında, değişmelidir alıştığın sesler ve renkler, damağında hissettiğin lezzetler… Katıldığın sohbetler bilmediğin dünyaların kapısını aralamalıdır… Ancak öyle varırsın dillerin, seslerin, renklerin, lezzetlerin, kokuların, yaşadığının farkına… Alışkanlıklar algılanmaz olur zira zamanla…
İki türlüdür gitmeler; ya yeni başlangıçlara ya bir şeyleri tümden bitirip nokta koymaya…
Hangisi olursa olsun sebebin, dokunsalar ağlayacak gibisindir… Ağlarsın da, ama gözyaşların yetmez akıtmaya içindeki tortuyu… Çaresiz, gideceksindir… Mecbursundur adeta, duramazsın, durduramazsın, mantığınla bastıramazsın, sanki bir nevi ölmektir kalmak…
Nedir seni bu hale getiren… Ruhunun derinliklerinde senden bile habersiz yaşayan bir ümidin solması mı… Bir umudun kırılmasından ziyade umut etmenin anlamsızlaşması mı… Gerçeklerin hayal kırıklığına uğratmasından çok, hayal kurdurmayacak kadar çoraklaşması mı…
Yalnızca aşk durdurur gitme isteğini, yalnızca aşk şifa olur… Belki de eksikliğini hissettiğin sadece odur… Aşk gelirse eğer diğer her eksik gözden kaybolur…
Dostların yanılıyordur, sen kendinden kaçmıyorsundur, uzaklaşmayı dilediğin taze bir soluk aldırmayan atmosferdir çevreni saran… Çalkantılı dursa da aslında sürüp giden monotonluktur… Derinlikleri algılamayan hayat tarzlarıdır… Anlayışlı sandıklarının duyarsızlığıdır… Yıllarla olgunlaşmayıp, olgun keyiflerin tadına eremeyenlerdir… Egolarında boğulup incelikleri umursamayan, hassasiyetine dokunup seni nasıl incittiklerine aldırmayanlardır…
İşte o zaman gitmek kendinden kaçmak değil kendine kaçmaktır… Nicedir unuttuğun, seni sen yapan “öz”leri bulmaktır yeniden… Altüst edip gönlünü, atılması gerekenleri atmak, yer açmaktır yeni ihtiyaçlarına… Üstünü örttüklerini hepten gömmek veya açıp özgür bırakmaktır… Keşfe çıkmaktır benliğinin labirentlerinde… Dışarıdan esen taze havayla havalandırmaktır içini…
Yola devam etmek için tekrar rüzgârla doldurmaktır yelkenlerini…
Kırılmış parçalarını, o kimsenin görmediği ve ince ince sızlatıp kanatan battıkça, usulca ayıklamaktır teninden…
Gençsen olgunlaştıran, olgunsan gençleştiren bir maceradır gitmek…
Neyse aradığın, aşk ya da güven… Gelir seni bulur…
RENGİN SOYSAL
2 Eylül 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder